Duyuru

Hoş Geldin ARMY

Bildirim
Ekip alımları devam etmektedir.

- [46. Bölüm] 7FATES: CHAKHO (Türkçe Çeviri)

Tüm Bölümler


46. Av Sezonu Bitince Köpeği Öldürmek




Heoseo, adamın Tabae olmadığını anında anlamıştı.

Yine de ona benziyordu.

Pungrae'nin oğluydu.

Hupo’nun onu öldürmüş olması gerekse de o hayatta kalmayı başarmıştı.

 

Zeha.

 

Heoseo adını hatırlar hatırlamaz Zeha havaya zıpladı.

O kadar hızlı hareket ediyordu ki üst düzey kaplanlar bile Zeha'nın hızına yetişemezdi.

Herkes kimin bu kadar hızlı olabileceğini biliyordu.

Zeha, ayıların gücüne ve kaplanların hızına sahipti.

O anda Zeha canavara doğru yöneldi.

Kılıcıyla canavarın başını hedef almıştı.

 

Küt!

 

Sonunda canavarın kafatası ikiye ayrılmıştı.

Ama Zeha durmadı.

Tüm gücüyle canavarı ikiye bölmeye devam etti.

Canavarın vücudundaki zehir her yere sıçrarken Zeha dışında herkes geri çekildi.

 

Zeha canavarın üstüne kapaklandı, tam da canavarın vücudundan çıkan sıvının içine.

Zeha'nın vücudunda sıvının temas ettiği her yer çürümeye başlamıştı.

Heoseo, Zeha'yı o zehirli sıvı birikintisinden çıkarmak için ileri atılmadan önce bir süre boş boş bakakaldı.

Zeha'yı oradan çıkarırken Heoseo da mecburen zehre temas etti.

Zeha'yı kontrol etmeden önce kendini iyileştirmek için gücünü kullandı.

Baştan aşağı zehre bulanmış birine göre Zeha gayet iyi görünüyordu.

 

Bilinci kapalı.

 

Heoseo başta Zeha'nın burada olduğunu fark etmemişti.

İşte canavarın varlığı bu kadar korkunç ve katlanılmazdı.

Şimdi etrafına bakmaya zaman bulunca kahverengi kaplanın yanında yatan birkaç kişi daha olduğunu fark etti.

Onlar Haru, Jooan ve iki insandan kalan kemik parçalarıydı.

Heoseo neler olduğunu idrak edemiyordu.

 

"O Zeha değil mi?"

 

Yere serilmiş Zeha'yı hafifçe tekmelerken sordu Ogyeop.

 

"Bırak onu," diye uyardı Heoseo.

"Şu kılıca da bakın." Jichu kaşlarını çattı. "O kırmanın kullandığı ile aynı."

 

Kılıca bakıp suratını asmaktan kendini alamadı.

 

"Evet, ve o kırma gibi hareket ediyordu..."

 

Tam Jichu Zeha'nın yakasına yapışacakken Heoseo müdahale etti.

 

"Bırak onu!" diyerek uyardı Heoseo.

 

Orada sadece Zeha yoktu. Jooan'ın da orada olduğunu fark etmişti Heoseo.

 

"Zeha, Narae'nin erkek arkadaşının arkadaşı." diye belirtti Heoseo. 

"Ah, ve şu da Narae'nin erkek arkadaşı."

"Gerçekten mi, o mu?"

 

Jichu, Jooan'ı incelerken düşüncelere daldı.

 

"Gerçekten o." Jichu birkaç saniyenin ardından onayladı.

"Tam olarak bir kaplan gibi. Narae gibi kokusu da... Ona ne oldu?"

"Bu adamın ne olduğunu düşünüyorsunuz? O ne bir insan ne de kaplan."

 

Ogyeop, Haru'nun yanına çömelip onu belli belirsiz dürterken sırıttı.

 

Canavarın yanında duran Hara elini kaldırdı.

 

"Bu devasa canavarı merak eden sadece ben miyim acaba?"

 

Hara'nın sözleri ile herkes canavara baktı.

Acımasız bir ifade takındılar.

Canavarın vücudundan püskürttüğü zehrin neredeyse tümü zemin tarafından emilmişti.

Heoseo canavara doğru yavaşça ilerledi ve kafatasının bir parçasını eline aldı.

 

"Belki efendimiz ne olduğunu biliyordur." dedi dalgınca.

"Hepsini götürememiz mümkün olmadığından sadece bunu götürelim."

 

Heoseo aldığı kafatası parçasını Jichu'ya fırlattı.

Jichu iç çekti.

 

"Efendi nerede?"

"Şey... Son zamanlarda görmedim." diye geçiştirdi Heoseo.

"Sence insanlar onu yakalamış olabilir mi?" Soran Jichu'ydu.

"Olamaz." diye çıkıştı Heoseo. "Bazen yalnız kalmayı sever. Eminim yakında bir yerlerden çıkacaktır. Şimdi git!" 

"Sen peki? Sen nereye gidiyorsun?" diye sordu Jichu.

 

Heoseo dönüp Zeha, Jooan ve Haru'ya baktı.

Jichu kaşlarını çattı.

 

"Bekle. Bu serserilere yardım etmeyeceksin, değil mi? Onlar kaplan avcıları, tanrı aşkına!"

Jichu bağırdı. "Üstelik içlerinden biri de bir kırma! Biri Heoseo'yu durdursun lütfen." 

Jichu, Heoseo'yu ikna etmeleri için diğerlerine resmen yalvarıyordu.

 

Ama Ogyeop onu görmezden geldi ve yere serilmiş olan kahverengi kaplana baktı.

Durumu kötüydü.

 

"Hâlâ nefes alıyor. Ne yapalım?" diye mırıldandı.

"Götür onu." Heoseo cevapladı.

"Ah, harika!" diye homurdandı Ogyeop. "Bu kıyafeti daha bugün almıştım."

 

Yine de Ogyeop kahverengi kaplanı yerden kaldırıp omzuna aldı.

 

"Uffff..." Kahverengi kaplan inledi.

"Kapat çeneni," Ogyeop hırladı.

"Son zamanlarda ne yaptığını biliyorum. Tek kelime etme! Yoksa..."

 

Kahverengi kaplan dudaklarını mühürledi.

Aynı anda Heoseo, Zeha ve Jooan'ı birer omzuna alırken Hara da Haru'yu kollarına aldı.

 

 

"Onlara cidden yardım edecek misin?" sorusunu tekrarladı Jichu.

"Şey... Teknik olarak bizi kurtardı." Heoseo malumu ilan etmişti.

"Onun yardımına ihtiyacımız yoktu." diye karşı çıktı Jichu. "Her şey kontrolümüz altındaydı."

 

Heoseo bir canavara bir de omzunda baygın yatan Zeha'ya baktı.

 

"Doğru,” diye yanıtladı Heoseo. “Ama savaşı bizim için daha kolay hale getirdi."

 

Gitmeden önce kılıcı bir hamleyle kaldırıp eline aldı Heoseo.

 

 

 

 

 

 

 

Dongcheol derin bir nefes aldı.

Önünde kana bulanmış iki adam duruyordu.

Kötü durumda olmalarına rağmen Dongcheol onları anında tanıdı.

Hwan ve Dogeon.

Ve...

 

Kyeongtae neden onlarla beraber?

 

Hwan, Kyeongtae'nin hareketsiz vücudunu kollarında taşıyordu.

Ölü gibi görünüyordu Kyeongtae.

 

Hwan ve Dogeon etraflarında Kaplan Kelebeği avcılarının rahatsız edici varlıklarına rağmen, bundan etkilenmemiş gibi dimdik duruyorlardı.

Sadece yorgun görünüyorlardı.

Hwan sadece Dongcheol'e doğru yürüdü ve Kyeongtae'yi dikkatlice uzun masanın üzerine yatırdı.

 

"Bana yardım etmeye çalıştı."

"..."

"Bu yüzden ben de ona yardım etmek istedim. Hâlâ nefes alıyor."

 

Hâlâ nefes alıyor.

 

Dongcheol'ün gözleri bunu duyar duymaz faltaşı gibi açıldı.

 

"Sizi sersemler!" diye bağırdı. "Neden öyle dikilmiş duruyorsunuz? Bir doktor bulun, çabuk olun. Hemen!"

 

Dongcheol'ün arkasında duran astları hemen odadan dışarı koşuştu.

Hwan, Dongcheol'e düşmanca bir bakış attı.

 

"Alçak herif..."

 

Hwan'ın sözü Dongcheol'ün kalbinde derin bir yara açmıştı.

Dongcheol gözünü bile kırpmadan Kyeongtae'ye baktı.

 

Kyeongtae her zaman sersem ve saftı. Dongcheol'e göre av bittiğinde öldüreceği bir köpekti yalnızca. Kendi çıkarı için kullanabileceği mükemmel bir oyuncaktı Kyeongtae. Sonuçta ondan başka hiç kimse bu kadar kolay aldatılamazdı.

 

Görev sırasında ağır yaralanmış olsa da Kyeongtae Dongcheol'ün umrunda değildi. Kendisine karşı geldiği için Seongjin tarafından tokatlanmış olması da umrunda değildi.

Sonuçta Dongcheol için Kyeongtae, işe yaramadığı anda terk edeceği bir köpekten ibaretti. Böyle bir durumda bile Kyeongtae Dongcheol'e güvenir ve saygı duyardı.

 

Tehlikeli bir görevde ciddi yaralanmış olsa Kyeongtae'yi gözyaşlarına boğacak şey yalnızca Dongcheol'e yeterince yardım edememiş olması olurdu.

Dongcheol'ün umursamaz rahatlığından memnun olur ve yüzünde şapşal bir gülümsemeyle, sorgusuz sualsiz peşlerinden gelmeye devam ederdi.

 

Bu nedenle Dongcheol'ün, Kyeongtae'nin şu anki durumu karşısında etkilenmemiş olması gayet mantıklıydı.

 

Ama neden?

 

Dongcheol gözlerini Kyeongtae'nin suratından alamıyordu. Yüzü bembeyazdı Kyeongtae'nin.

Hwan haklıydı, hâlâ nefes alıyordu.

Fakat Dongcheol işin aslını biliyordu. Sonuçta uzun bir süredir bu işin içindeydi. 

Bir kaplan avcısı olmadan önce bile insanların ölümüne tanıklık etmişti.

 

Kyeongtae başaramayacaktı. Dünyadaki en iyi doktor bile onu kurtaramazdı.

Dongcheol boğazının düğümlenmesine engel olamadı. Nefes almakta zorlanıyordu.

Kyeongtae, her zamanki gibi o budala ve ahmak herif olmaya devam etmeliydi.

 

Ama neden ölüyor?

 

"Ahh..."

 

Kyeongtae'den gelen inlemeyle Dongcheol düşüncelerinden sıyrıldı.

 

"Kyeongtae! Uyan!" diye emretti. "Hemen uyan!"

"Efendim... Üzgünüm..." diye mırıldandı Kyeongtae, gözlerini zorlayarak açmıştı.

 

"Seni ahmak." diye homurdandı Dongcheol. "Neden öldürmeni söylediğim insanlara yardım ettin? Hı?"

"Ben... Üzgünüm..." diye mırıldandı Kyeongtae. "Beceriksizliğim için..."

"Hey, hey. Beceriksiz olmanın nesi yanlış? Sorun değil. Sadece dayanmaya çalış. Her şey yoluna girecek. Anladın mı? Doktor yakında burada olur..."

"Efendim... Garip bir şeyler... oluyor." 

Kyeongtae sızlandı.

 

"Doktor yola çıktı, Kyeongtae. Konuşma..."

"İçimde kötü bir his var... Bu yüzden... lütfen... lütfen... sadece... nasıl... hayatta kalabileceğinizi... düşünün."

"Tamam, tamam. Konuşma artık. Sadece dayan. Bir doktor gelip seni iyileştirecek, sorun yok. Tamam mı? Tamam mı?"

 

Kyeongtae cevap vermedi.

Hâlâ Dongcheol'e bakıyordu ancak gözleri cansızdı.

 

"Kyeongtae."

 

İşe yaramadığı anda onu terk edecekti.

 

"Kyeongtae?"

 

Dongcheol bazen onu düşmanın ellerine bırakmayı bile düşünmüştü.

 

"Hey, biraz daha dayan. Maskaralık etmeyi bırak."

 

Dongcheol için Kyeongtae buydu.

Budala ve ahmak. Büyük ölçüde işe yaramaz.

 

Ölüyor çünkü emirlerime karşı geldi.

 

Dongcheol kendi kendine böyle düşündü.

 

Ama neden?

Neden önemli birini kaybetmiş gibi hissediyorum?

Neden hayatımdaki biricik insanı kaybetmiş gibi hissediyorum?

 

 

 

 

 

 

 

Yılın, yeşilliklerin berrak mavi göğün altında uzak ve geniş düzlükler boyunca uzandığı zamanlarıydı.

Hep burada yaşamış olsa da içini tuhaf bir vatan özlemi kapladı.

Hupo devasa Shindansu'nun önünde dururken gözlerinin önündeki güzel manzaraya bakıyordu.

Geniş yol boyunca uzun binalar diziliydi, çocuklar yol üzerinde neşeyle oynuyor ve insanlar gelip geçiyordu.

Kabileleri fark etmeksizin herkes birbirini selamlıyordu. Ayılar, kaplanlar ve diğer kabileler. 

Hupo bu manzara karşısında yüreğinin sızlamasına engel olamadı.

Kalabalığın arasında uzun bir adam fark etti Hupo. Kendisine doğru yaklaşıyordu.

Yakın dostuydu. Hupo neden gözlerinin dolduğunu anlayamadı.

 

"Hupo." diye mırıldandı adam. "Tekrar buraya geleceğini biliyordum."

 

Konuşurken ışık saçıyordu.

Esmer bir cildi vardı ve bir ayı kadar iriydi. 

Gözlerinin altı kaplan çizgileriyle bezenmişti.

Melezdi, kaplan ve ayı kökenliydi.

Uzun zaman önce Sinsi'de bir efsane vardı.

 

"Melez yıkım getirecek."

 

Bu efsane yüzünden melezler uğursuz kabul edilmiş, herkes onları görmezden gelmiş ve dışlamıştı. Fakat bu izlenim Tabae sayesinde değişmişti.

Küçüklüğünden beri melez olduğu için kendisiyle alay edilmiş ve dalga geçilmiş olsa da o uysal, nazik ve kibar kalmıştı. 

 

Melezler genelde büyük güçlere sahip olmazlardı.

Bunun sebebi, kanların karışmasının yalnızca iki tarafın da güçlerini seyreltmesiydi.

Ancak Tabae bir istisnaydı, kusursuz bir şekilde hem ayı hem de kaplan güçlerine sahip olarak doğmuştu.

Ama hiçbir zaman bu gücünü kendi çıkarı için kullanmamış ve onu uğursuzlukla suçlayanlara karşı sesini yükseltmişti.

 

Bir seferinde köylerden biri heyelan altında kalmıştı.

Tabae hayatını tehlikeye atıp inanılmaz bir güç gösterisiyle çamuru temizlemiş ve toprak altında kalan insanları kurtarmıştı.

Eskiden ona lanet okuyup saygısızlık yaparlardı. Fakat o olaydan beri ona karşı minnettarlardı.

İşte bu şekilde, Tabae onu çevreleyen ön yargıyı sessizce kabul etmiş ve bunu elinden geldiğince değiştirmeye çabalamıştı.






DEVAM EDECEK…

_____________________

Orijinal Kaynak: HYBE_STORIES

Türkçe Çeviri: starshine, glow @ BTSTurkey

Kontrol: glow, starshine @ BTSTurkey

Çeviriyi almak ve başka bir yerde paylaşmak YASAKTIR.


Yorumlar