Duyuru

Hoş Geldin ARMY

Bildirim
Ekip alımları devam etmektedir.

- [40. Bölüm] 7FATES: CHAKHO (Türkçe Çeviri)

Tüm Bölümler

 


40. Bir Adam

Bölüm 40: Bir Adam

 

Milyonlarca duygu Zeha'nın beynine hücum etmişti.

Onları çok iyi hatırlamasa da Zeha, ebeveynlerine dair sevgi dolu anılara sahipti.

Bu yüzden o eski güzel günleri mahveden ve sanki bu yetmezmiş gibi hayatını ikince kez enkaza çevirmek için ortaya çıkan Hupo'ya içerlemişti.

 

Onu öldürmek, ne söyleyeceğine aldırış etmeden boynunu lime lime etmek; Zeha'nın her güne bu niyetle başlıyordu.

Yine de şu an Zeha, karşısında kanlar içinde ve bilinçsizce yatan düşmanının kalbine kılıcını saplama konusunda tereddüt ediyordu.

 

Ölmeyi hak etti. Sinsi'de bir felaket yaşanmasına sebep oldu.

 

Zeha kendine hatırlattı bunu.

 

Ailem onun yüzünden öldü. Arkadaşlarımın hayatını mahvetti.

Tüm şehri enkaza çevirdi. Eğer o olmasaydı, hipnozla bana engeli kırdırtmasaydı bunların hiçbirisi yaşanmayacaktı.

Doğru. Hupo zararlı.

 

Zeha yavaşça kılıcını çekti.

 

"Hayır- Yapma!"

 

O anda çocuğun babası sesini yükseltti.

Zeha arkasını döndüğünde adam ona yaklaşıyordu.

 

"O- Bize yardım etti," diye açıkladı adam.

"Size yardım mı etti...? Emin misin...? Sizi yemek istemiş olmasın?"

 

Soruyu Jooan sormuştu.

Çocuğu kucağında taşıyan kadın araya girdi.

 

"Bize yardım etti. Bizim için hayatını riske attı... Eğer biz olmasaydık o canavarı yenerdi," ve daha da ayrıntıya girerek, "Ama bizi korumayı seçti," dedi.

 

"O iyi bir kaplan. Beni kollarına aldı."

 

Çocuk bile Hupo'yu göstererek konuşmaya dahil olmuştu.

 

Zeha, kılıcı hâlâ elinde durur halde aileye bakakalmıştı.

Söyledikleri şeylere inanamıyordu.

 

Onların gözünde nasıl biri olurum?

Hayatlarını kurtaran kişiyi öldürmeye çalışan kötü bir adam mı?

Ama buradaki asıl kötü adam Hupo.

Gerçekten doğruyu mu söylüyorlar?

Bu aileyi kurtarmak için hayatını riske atan biri kötü adam olabilir mi?

Ama o ailemi öldürdü.

Beni hipnoz etti, bana engeli kırdırdı ve şehrin tüm bu karmaşayı yaşamasına sebep oldu.

Hupo hayatlarını kurtaran kahraman iken ben nasıl kötü adam oluyorum?

 

"Zeha."

 

Elini Zeha'nın omzuna koyarken birden fısıldadı Haru.

 

"Hadi gidelim," diye üsteledi. "Buradaki işimiz bitmiş anlaşılan ve yapabileceğimiz başka bir şey yok."

 

Gözleri, Haru'nun bilge gri gözleriyle buluşunca Zeha'nın karmaşık duyguları nihayet durulmaya başladı.

 

"Peki."

 

Zeha kılıcını kınına yerleştirirken konuştu.

 

"Sizi hastaneye götürelim."

 

Anne başını salladı.

 

"Sorun değil. Yaralanmadık..." dedi.

"Ayrıca öncelikle şuradaki adamla ilgilenmeliyiz."

 

Adam mı?

 

Hupo’nun kaplan olduğunu çok iyi bilmelerine rağmen ona adam diye seslenmişlerdi.

Açıklanamayacak şekilde üzgün hisseden Zeha, arkadaşlarıyla birlikte evi terk etti.

 

 

 

 

Zeha ve diğerleri sessizlik içinde karargâha doğru yürüdüler.

Dogeon onları bekliyordu.

O gün Hosu ile çekip gitmesine rağmen arada sırada Zeha ile buluşmak için karargâhı ziyaret ediyordu.

 

"Bu ciddi yüzler de neyin nesi?" Dogeon şakayla karışık söylendi.

"Bir şey oldu…"

 

Jooan, kırık mızrağını oturma odasının köşesine bırakırken mırıldandı.

 

"Hey, mızrağın kırılmış," dedi Dogeon, "Yoksa siz güçlü bir şeyle mi karşılaştınız?"

"Evet…Onun gibi bir şey…"

 

Jooan endişeli bir şekilde Zeha’ya baktı.

Kız arkadaşını öldüren Bulti olduğu için Jooan, Hupo’ya karşı kin beslemiyordu.

Fakat Hupo’nun Zeha’nın ailesine ne yaptığını ve onu kendi çıkarları için nasıl kullandığını biliyordu. Jooan bu yüzden Zeha ile az çok empati yapabiliyordu.

 

Zeha'nın kafası karışmış olmalı. Ailesini öldüren bir kişiye kahraman denildiğini duymak Zeha için iç karartıcı olmalı.

 

Jooan arkadaşının ne kadar iyi kalpli ve masum olduğunu biliyordu.

Zeha ailesinin intikamını alabilirdi ama almamıştı çünkü Hupo, Zeha’nın hiç tanımadığı bir aileyi kurtarmıştı.

Bu onun için işleri daha acı verici hale getiriyor olmalıydı.

Aile, Hupo’yu "adam" olarak görürken Zeha onu hâlâ kana susamış bir "kaplan"dan başka bir şey olarak göremiyordu.

 

"Dogeon, Hosu nasıl?"

 

Zeha bu durumda bile Hosu'yu düşünüyordu.

 

“Yani… pek bir şey yok doğrusu,” diye cevapladı Dogeon.

“Bu arada, ne tür bir canavarla karşılaştınız da sizi bu hale getirdi? Ben orada olsaydım direkt elenirdim.”

 

Dogeon konuyu değiştirirken aldırış etmedi.

 

“Şöyle ki… Bir sorun var.”

 

Zeha masaya otururken konuştu. Herkes onu takip etti.

Bu sekiz kişilik masa herkes oturabilsin diye alınmıştı ama şimdi ise sadece dört tanesi doluydu.

 

“Hunter uygulamasından bildirim alınca oraya gittik,” diye açıkladı Zeha. “Orada… tuhaf bir şey vardı.”

“Tuhaf bir şey mi? Ne gördünüz?” Dogeon kaşlarını çattı.

 

Zeha baş parmağı ve işaret parmağı ile alnının ortasını ovuşturdu.

 

“Bir canavar.”

“Kaplan mı demek istiyorsun?”

“Canavar.”

“Canavar mı?”

“Evet, bir canavar.”

 

Zeha orada gördüklerini açıklamaya devam etti.

Dikkatlice dinledikten sonra Dogeon “Emin misiniz? Sadece… bir hayal olmayasın?” diye karşılık verdi.

 

Zeha, Jooan’a bakış atarken iç çekti.

 

“Hayır, hayal değildi. Haru’yla beraber oradaydım.”

“Yani... Kaplan avlarken bir canavarla karşılaştığınızı mı söylüyorsun?”

“Doğru.”

 

Dogeon yüzünü masaya gömerken kollarını esnetti.

 

“Ah, lütfen bunun gerçek olmadığını söyleyin,” diye sızlandı.

“Canavarlar mı? Kaplanlarla savaşmak zaten yeterince zor. Dünyada neler oluyor?”

“Sıradan bir canavar değildi...” Zeha detaylandırdı. “Yüksek dereceli bir kaplanı öldürebilecek kadar güçlüydü. Böyle bir canavarın gruplar halinde dolaştığını hayal edebiliyor musunuz?”

 

Zeha bu düşünce üzerine ürperdi.

 

“Bu, Sinsi’nin sonu olurdu.”

 

 

 

 

Dogeon, hüzünlü hislerle, Hosu, Cein ve Hwan’nın kaldığı eve geri döndü.

 

“Bir mutant olabilir. Belki bunca yıl hayatta kalabilmiş bir kabile, duduriler gibi evrimleşmiştir. Hayır, bu olamaz. Hiçbir şey öyle evrimleşmiş olamaz. Hiçbir şey.”

 

Zeha’nın sesi çaresizlikle doluydu.

 

“Peki ya... Peki ya birileri kasten bu mutantları yetiştiriyorsa...? Hayır, imkanı yok. Yani kim böyle bir şey yapar ki?"

 

Dogeon karargâhtan hiçbir cevap alamadan çıkmıştı.

Şu anda, bir yıl önce arkadaşlarıyla her gün geldiği o evin önünde duruyordu. Dogeon’un kalbi rahmetli arkadaşlarını düşününce ağrımaya başlamıştı. Dökük kulübenin çatısına gözlerini dikmişken derin bir nefes alıp yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi. Bu gülümseme, her şey yolundaymış ve üzgün değilmiş gibi yapmak için bir maskeydi.

 

İçeri girince evin üzücü ortamıyla karşılaştı.

Hosu, Hwan ve Cein küçük odanın etrafında yatıyordu.

 

“Biliyor musunuz, hepiniz sadece tüm gün yerde üzgün bir şekilde yatacaksanız neden karargâha geri dönmüyoruz?”

“Üzgün olduğumu kim söyledi?”

 

Cein ayağa kalkarken sertçe cevap verdi.

 

“Ama çok üzgün görünüyorsun,” diye cevapladı Dogeon.

“Yanılıyorsun. Ben sadece nadiren gülümseyen ciddi bir adamım.”

“Ve Hwan...” Dogeon mırıldandı. “Karargâhtayken şakalar yapar ve dalgana bakardın. Artık bunu yapmıyorsun.”

“Her zaman az konuşan bir adam oldum,” diyerek yanıtladı Hwan.

“Tabii, aynen.”

 

Son olarak Dogeon Hosu’ya baktı. Hosu, o bir şey söylemeden elini kaldırdı.

 

“Eğer şaka yapacaksan yapma," diye söylendi. “İşe yaramıyor. Ve bana öğüt verme. Öğüt duyacak havada değilim.”

“Öyle olsun.”

 

Dogeon montunu atıp yere serilirken homurdandı.

 

"Jooan'ın mızrağı kırılmış."

"Ne? Gerçekten mi? Uzun süre dayanmayacağını biliyordum! Neredeyse ikiye ayrılmanın eşiğindeydi. Şimdi ne yapacak? Yeni bir tane daha mı satın alacak? Kendi başlarına giderlerse yine dolandırılacaklar."

 

Cein, diğerleri için endişeleniyor gibi görünerek Dogeon'a doğru ilerledi. Dogeon kendisine baktığındaysa gözlerini kaçırdı.

 

"Yani demek istediğim..." dedi Cein kendini savunur şekilde, "Anlaşmazlıklar yaşadığımız için ayrıldık. Birbirimizden nefret ettiğimizden falan değil yani."

"Bugün bir canavarla karşılaştıklarını söylediler."

 

Dogeon yerde yatarken ağır ağır konuştu. Hwan ve Hosu hemen yanına yaklaştılar.

 

"Yaralanmışlar mı?"

 

Dogeon başını salladı.

 

"Her zamanki gibi sadece birkaç kesik," diyerek cevapladı. "Ciddi yaralanmalar değil. Ama görünüşe göre Hupo kötü yaralanmış."

 

"Hupo... Zeha'yı kullanan kaplandan mı bahsediyorsun?" Cein, sesi titreyerek sormuştu.

 

"Bir aileyi korurken yaralandığını söylediler," diye açıklıyordu Dogeon, "Aile, Hupo'nun onlar için kendi hayatını riske attığını ve kendilerini kurtarmasaydı aslında iyi durumda olacağını söylemiş..."

 

Pat!

 

Hosu, yumruğunu yere vurdu.

 

"Eğer beni ikna etme yöntemin buysa bıraksan iyi edersin." diye hırladı.

"Seni ikna etmeye çalıştığımı düşündüren şey ne Hosu? Bir kere kimseyi ikna edebilecek kadar zeki değilim."

"Kaplanlar ölmeli," diye gürledi Hosu. "Bütün hepsi!"

 

Dogeon yavaşça kalktı ve Hosu'yla göz göze geldi.

 

"Hosu, resmin tamamını görmeden bir sonuca varmayalım."

 

"Gördün mü?" Hosu alay edercesine konuşuyordu, "Beni ikna etmeye çalışıyorsun işte."

"Peki, her neyse. Susuyorum artık. İkna etme konusunda iyi olmadığımı biliyordum. Ama sana şunu söyleyeyim, eğer ki buraya Zeha ve Jooan'a olan nefretinden gelmediysen karargâha geri dönmeliyiz. Orası daha güvenli ve sadece biz ile karşılaştırınca onlarla beraber kaplanlara karşı kazanma ihtimalimiz daha yüksek. Kaplanları kurtarmayı teklif ederlerse onlarla başa çıkabiliriz-”

“Dogeon.”

 

Hosu, Dogeon’un sözünü kesti.

 

“Zeha’dan korkuyorum.”

 

Hosu ilk kez duygularını ifade etmişti. Bu herkesin susmasına neden oldu.

 

“Gözlerine her baktığımda korkuyorum,” diyerek itiraf etti. “Onun iyi bir çocuk olduğunu biliyorum. Onun cana yakın olduğunu biliyorum. Onu ben de seviyorum. Fakat… beni korkutuyor. Çünkü onunla aynı gözlere sahip olduğumu biliyorum. Çünkü bana artık insan olmadığımı hatırlatıyor.”

“...”

“Ben… Ben ona karşı hissettiklerim için kendimi suçlu hissediyorum," diye itiraf etmeye devam ediyordu Hosu. “Ve bu suçluluk duygusu onu görmemi daha da zorlaştırıyor. Ama kafamın içinde neler olup bittiğini bilmiyor, bu yüzden bana iyi davranıyor. Beni deli gibi korkuttuğunu bilmiyor. Sanki…”

 

Hosu gözlerini sımsıkı kapattı.

 

“Sanki kafese geri dönmüşüm, işkence çekiyormuşum gibi.”

 

Dogeon, Hosu ve Zeha’nın iyi anlaştığını düşünmüştü. Arkadaşların birbirine yaptığı gibi şakalaşıyorlardı.

Bu yüzden Hosu’nun bu itirafı ona büyük bir şok yaşatmıştı.

 

“Yani geri dönemem, Dogeon. Onu her gördüğümde dehşete kapılacağım,” diye devam etti. “Ve onun kaplanları kurtarmayı önermesine neden olan şeyin içindeki kaplan kanı olduğunu düşüneceğim. Ve… Böyle düşündüğüm için kendimden nefret edeceğim. Görüyorsun ya, Dogeon. Bu hisle savaşmak için çok uğraştım ama gerçekten başaramadım. Benim için kaplanlar bu anlama geliyor. Beni dehşete düşürüyorlar.”

 

Hosu gözlerini açtı. Kehribar rengi gözleri ay gibi parlıyordu.

 

Yaşlarla dolup taşan gözlerle Dogeon’a bakıp sordu:

 

“Hâlâ geri dönmem gerektiğini düşünüyor musun?”




DEVAM EDECEK…

_____________________

Orijinal Kaynak: HYBE_STORIES

Türkçe Çeviri: starshine, jeeykev, micmic, histheory, Junior @ BTSTurkey

Kontrol: glow @ BTSTurkey

Çeviriyi almak ve başka bir yerde paylaşmak YASAKTIR.


Yorumlar