Duyuru

Hoş Geldin ARMY

Bildirim
Ekip alımları devam etmektedir.

- [38. Bölüm] 7FATES: CHAKHO (Türkçe Çeviri)

Tüm Bölümler

 


38. Hupo


Bölüm 38: Hupo


Dongcheol onu çağırınca Kyeongtae şaşırmıştı. Seongjin'i Dongcheol ile görünce ve yaptıkları planı da duyunca daha çok şaşırdı.

 

"Yani... Zeha görünene kadar Hunter üzerinden sinyal gönderelim, sonra da saldırıp tamamen işini bitirelim mi diyorsunuz?"

"Evet. Ama olay şu: Onu çağıracak olan bizler olmayacağız. Daha önce bir kez yapmıştım bunu, bu yüzden başka bir tuzak kurduğumu düşünerek şüphelenecektir." Seongjin neşeyle açıkladı.

 

"Para için her şeyi yapmaya hazır bir sürü insan var. Sadece bir tanesine para ödeyip onları ücret almadan koruyacağımızı söyleyeceğiz."

 

Kyeongtae, Seongjin'in sözlerini sindiremeyecek kadar kendi düşünceleriyle meşguldü.

 

Zeha ve ekibi, birkaç ay önce A Mağazası olayında kurbanları kurtarmak için hayatlarını riske atmıştı. Öte yandan, sözde büyük Kaplan Kelebeği arkasına yaslanmış ve boşu boşuna Zeha'yı öldürmeye çalışmıştı.

 

Seongjin'in ekibi, daha sonra yardım için bağıranların seslerine aldırış etmeyerek kaçmıştı.

 

İşleri kendi kendimize batırdık. Okları, Zeha ve ekibi Chakho'ya yöneltmemeliyiz. Kendi itibarımızı yok ettiğimiz için kendimizi suçlamalıyız.

O zaman neden onları öldürmek için bu kadar istekliler?

 

"Komutanım." Kyeongtae seslendi. Seongjin planını açıklamayı bitirdikten sonra Dongcheol'a baktı.

 

"Şu anda Chakho'ya saldırmanın iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum. Kaplanlar bugünlerde bir şeylerin peşinde. Kayıp kaplan avcılarının sayısı artıyor. Bazıları da bizden. Öylece kaybolup gittiler."

 

Kyeongtae, Dongcheol'ün yüzünün gerildiğini fark etmedi.

 

"Chakho'yu alt etmek yerine kaplanları avlamaya odaklanmalı-"

 

Şlak!

 

Daha cümlesini bitiremeden keskin bir ses havada çınladı.

Kyeongtae, başı yana savrulana kadar sesin yanağından geldiğini fark etmedi.

Yukarı baktığında Seongjin'i öfke dolu gözlerle kendisine bakar buldu.

 

"Efendim...?"

"Seni kendini bilmez budala!"

 

Şlak!

 

"Komutan Dongcheol'ün seni nasıl beslediğini unuttun mu?"

 

Şlak!

 

"Seni nasıl büyüttüğünü, nasıl sana kol kanat gerdiğini?"

 

Şlak!

 

"Ve seni nasıl komutan yaptığını?"

 

Şlak!

 

"Bunların hepsini nasıl unutursun?"

 

Şlak! Şlak! Şlak!

 

 Dongcheol izlerken Seongjin acımasızca Kyeongtae'yi tokatlıyordu.

Kyeongtae o an, Seongjin'in yaptığı planın Dongcheol tarafından kabul gördüğünü anladı.

Kyeongtae'nin dudakları patlayıp kanadığında bile hâlâ öfkeliydi Seongjin. Son bir ders olsun diye Kyeongtae'nin bacağına bir tekme indirdi.

Sonunda Dongcheol konuştu:

 

"Yeter. O kadar da hırpalama."

"Benim hatam, efendim. Sadece kim olduğunu hatırlatmak istedim. Ne cüretle bize ders vermeye kalkar!"

"Anlat bakalım Kyeongtae."

 

Dongcheol'un sesi bu kez daha tatlı çıkıyordu.

 

"Hâlâ buna dahil değil misin?"

 

 

 

"Zeha."

 

Sarı gözleri karanlıkta parlayan Hupo, Zeha'nın adını zikretti.

 

"Zeha."

 

Eskiden Zeha'nın babası Pungrae ile çok yakınlardı.

 

Ne de olsa antik savaşta beraber mücadele etmişlerdi. Pungrae'nin kül rengindeki kürkü, savaş meydanında öne atılırken uçuşuyordu.

Mücadelenin sonunda kız kardeşini, Ölüm Kılıcı'yla onu katleden Tabae'nin ellerinde kaybetmişti.

Bu yüzden Hupo, Pungrae'nin geçiti koruyan bir insan kadına aşık olup herkese ihanet ettiğini gördüğünde şok olmuştu.

Inwang Dağ'ında Zeha ile karşılaştığı zaman Hupo çelişkiye düşmüştü. Yine de nefret, en sonunda çelişkili hislerini alt etmişti.

Neticede Zeha bir hainin kanını taşıyordu. O bir kırmaydı, tıpkı Tabae gibi.

Hupo'nun dağda onu öldürmek için ikinci kez düşünmemesinin sebebi de buydu.

 

"Eğer dağda ölseydin olaylar ikimiz için de daha kolay hale gelirdi."

Ama Zeha hayattaydı. Bu yeterince kötü değilmiş gibi, Tabae'nin silahı olan Ölüm Kılıcı da elindeydi.

Ölüm Kılıcı.

Tabae, savaştayken binlerce kaplanı katletmek için onu kullanmıştı.

Onları hiç tereddüt etmeden tek tek öldürmüştü, yakın oldukları da dahil.

Simsiyah kılıç savaş sırasında sanki hayattaymış gibi havada süzülüyordu.

Hupo ellerine baktı.

Gölgelerin dünyasında hapsolduğu uzun yıllar, gücünün büyük kısmını tüketmişti. Diğerleri gibi insanlarla beslenmediği için en iyi halinde de değildi.

Bu yüzden kılıcı kullanan kişinin karşısına çıktığında kazanıp kazanmayacağından emin olamıyordu.

 

"Daha güçlü olmalıyım."

 

İnsanlar, onlar bilmese de, Antik Çağ'daki güçlerine hâlâ sahipti.

Kaplanların gölgeler dünyasında kaybettikleri gücü yeniden kazanabilmelerinin nedeni buydu. İnsanları yemek, onlara ihtiyaçları olan enerjiyi vermişti.

 

"Heoseo her şeyin yolunda olduğunu düşünebilir, ama..."

 

Hupo dikkatli bir kaplandı. Olayların doğru ve kesin olmasını seviyordu.

Eğer Zeha, Pungrae'nin ve şaman annesinin güçleriyle doğmuşsa Tabae kadar güçlü olabilir...

 

Tabae karşısında kaplanların hiç şansı yoktu.

Onun hem kaplan hem de ayı güçleri vardı.

Düşmanını düşününce Hupo'nun midesi çalkalandı.

Nefret, öfke ve keder.

Bunu kafamda ne kadar da oturtmaya çalışsam da anlam veremiyorum.

Neden bizi katletmek zorundaydı?

Onun da damarlarında kaplan kanı akmıyor muydu?

Tabae'nin gençken gördüğü muamele yüzündense eğer bu çok fazlaydı.

Her şey bir yana, ona bu şekilde davranan sadece kaplanlar değildi, ayılar da öyle davranmıştı.

Ama Tabae ayıların tarafındaydı ve onlar için savaşmıştı.

 

Neden?

 

Hupo, artık bir önemi olmadığını bilmesine rağmen bu soruyu takıntı haline getirmeden edemiyordu.

Önceden istediği tek şey, yeryüzünden ayıların neslini kurutmaktı. Ama şimdi ise Sinsi'de kalmaya devam ettikçe buraya karşı bir zaaf ediniyordu.

Bunların sebebinin Heoseo olduğunu düşündü.

İnsanların ürettiği dizileri ve programları izlemeyi severdi ve yakaladığı her fırsatta insanlarla ilgili heyecanla bir şeyler anlatırdı.

Beni yumuşatan bu oldu, diye kendi kendine düşündü Hupo.

 

Karanlığa bakarken Tabae’yi unutarak derin bir nefes aldı.

 

Etrafta hiç kötü insan var mıdır?

 

İnsanlardan nefret ediyordu ama ayrım yapmaksızın onları yeme fikrinden hoşlanmıyordu.

Bu berbat bir şeydi.

Planı her zaman aynı olmuştu, kötü insanları ayıklamak ve iyileri de Sinsi’yi ele geçirdikleri zaman köle olarak kullanmaktı.

Ölüm Kılıcı’nın ortaya çıkmasıyla bile değişen bir şey olmadı.

Hupo gözlerini kapattı ve rüzgârın sesine odaklandı.

Geçen arabaların, konuşan ve kavga eden insanların seslerinden sonra asıl duymak istediği şeyi duydu.

 

“Lütfen, sana yalvarırız. Bizi al ama çocuğun gitmesine izin ver lütfen. O hiçbir şey bilmiyor. Lütfen. Onu serbest bırak. Sana yalvarırım…”

 

Bir kadın merhamet diliyordu.

 

İşte orası!

 

Sesin kaynağına doğru koştu. Yıldırım hızı ile havada koştuktan sonra bir eve geldi.

Rahat ve güvenli görünüyordu, herhangi birinin yaşayacağı tipik bir evdi.

 

"Aaaaaaah!!"

 

Gece gökyüzü, bir çocuğun tiz çığlıklarıyla doluydu.

 

"Lü-lütfen... Çocuk olmaz...!"

 

Çocuğun çığlıklarını, bir adamın yalvarışı takip etti. Evdeki kargaşaya rağmen, tek bir komşu bile ne olup bittiğini kontrol etmek için penceresini açmadı.

Sadece kapılarını sürgülediler ve aynı şeyin onların başına gelmemesi için dua ederken bir ses çıkarmaya bile cesaret edemediler.

 

"Ne yapalım?"

"Ne demek ne yapalım? Onlara en lezzetlisinin çocuklar olduğunu öğretmeliyiz. Çocuğun boynunu kırıp onlara ikram edin. Zevkle yiyeceklerdir."

 

Hupo konuşmayı dinlerken olduğu yerde dona kaldı.

Sokak lambasına atlayarak evin bahçesine baktı.

Bir adam ve bir kadın, onlara bakan iki kaplanın önünde diz çökmüşlerdi.

İçlerinden siyah çizgili olan biri, çocuğun kafasını koparıyormuş gibi yaptı.

Bu hareket ebeveynlerin daha yüksek sesle feryat etmesine neden oldu.

Anne, Kaplan'ın bacağına tutunmak için ileri atılırken baba neredeyse şoktan bayılacaktı.

 

"O-onu öldürme. Senin için her şeyi yaparım. Lütfen, lütfen onu öldürme. Çocuğu rahat bırak, lütfen..."

"Annecim!"

 

Çocuk korkuyla çığlık attı.

Çizgili kaplan alaylı bir tavırla onu tekmeledi.

Çocuk, annesinin geriye uçtuğunu görünce bu sefer daha yüksek sesle feryat etti.

Hupo gözlerinin önünde olanlara inanamadı

 

Neler oluyor böyle?

 

Çizgili kaplan ve yanındaki sarı olanın ikisi de orta seviye kaplanlardı. Hupo onlara aşinaydı.

Kendisinden çok Maro'yu takip ederlerdi.

Maro'ya daha sadık olan kaplanların, onun liderliğini onaylamadığının da farkındaydı. Bu nedenle ayrım yapmadan insanlarla ziyafet çekiyorlardı.

Ama Hupo, öfke ve nefretlerini anladığı için buna pek ses çıkarmıyordu.

 

Sadece onun rehberliğini takip etmek isteyenler takip ederdi ve bu onun için yeterince iyiydi.

Yine de şu an tam gözünün önünde olan şeylere tahammül edemiyordu.

Onlarla böyle oynamamalılar. Bu yanlış.

Hupo onları tek seferde yemeleri gerektiğini düşünüyordu. Bu, avcıların avları için göstermeleri gereken terbiye ve onurdu.

 

Buna dayanamıyorum.

 

Hupo tam onları durdurmak üzereyken birisi bağırdı.

 

“Sen, kaplan!”

 

Kaplan avcıları bağırmıştı.

Ebeveynlerden biri uygulamayı kullanmış olmalıydı.

Daha sonra ileri doğru hücum edip kaplanlara saldırdılar. Hupo kendini iç geçirmekten alıkoyamadı.

Onların seviyesinde değillerdi.

Tam beklediği gibi, Hupo olaya müdahale bile edemeden üç kaplan avcısı etkisiz hale getirildi.

Sarı kaplan ağzını kocaman açtı ve sanki ebeveynlerin izlemesini ister gibi avcıyı bir bütün halinde yuttu.

 

Annesi bir anda tiz bir şekilde bağırmaya başladı ve ağzından anlaşılmaz kelimeler çıktı.

 

Sonunda daha fazla kendini tutamayarak tamamen yıkıldı.

Bir şeyler yapmam gerekiyor.

Hupo tam aşağı atlamak üzereyken tekrar acele bir şekilde durdu.

Bir şey, iki kaplana arkadan yaklaşıyordu.

Böcek gibi birçok bacağı olan bir kadındı.

Vücudu kadın vücudu gibiyken gözleri, burnu ve ağzı yoktu.

Yaratık gerçek dışı görünüyordu.

Antik çağlardan beri var olan Hupo bile daha önce böyle bir yaratık görmemişti.

Hupo’nun kasları rahatsız edici yaratığı görünce gerilmişti, bu yüzden bir an için hissizleşti ve hemen tepki vermeyi başaramadı.

Yaratık örümcek şeklindeki bacaklarıyla hızlıca yatay bir şekilde çırptı.

Ve kaplanlar bellerinden ikiye ayrıldı.

 

Çat!

 

Çizgili kaplanın tuttuğu çocuğu takiben, ikiye ayrılan üst gövdesi de kayarak yere düştü.

 

Ciyaak!” örümcek görünümlü kadın yol boyunca garip sesler çıkararak ileri doğru güçlükle yürüdü.

 

Mızrak gibi bacakları hareket ettikçe kaplanın vücudunu parçalara ayırdı. Tam çocuğu da delmek üzereyken...

 

Vın!

 

Hupo, çocuğu kurtarmak için gökyüzünden indi. Çocuk hâlâ kucağındayken önünde duran mide bulandırıcı yaratığa baktı ve bir anda bağırdı.

 

“Nesin sen?!”



DEVAM EDECEK…

_____________________

Orijinal Kaynak: HYBE_STORIES

Türkçe Çeviri: histheory, starshine, lumi, jeeykev, ıcarus, micmic @ BTSTurkey

Kontrol: glow @ BTSTurkey

Çeviriyi almak ve başka bir yerde paylaşmak YASAKTIR.


Yorumlar