Duyuru

Hoş Geldin ARMY

Bildirim
Ekip alımları devam etmektedir.

- [36. Bölüm] 7FATES: CHAKHO (Türkçe Çeviri)

Tüm Bölümler

 

36. Nedir O?


Bölüm 36: Nedir O?


Neydi o? Hayal mi görüyorum yoksa? Neydi o?

 

Yonghui ciğerini parçalarcasına haykırırken Yeongmin'in nefesi kesilmişti. Yunjae korku yüzünden hareket kabiliyetini kaybetmiş, ayakları ise resmen yere çakılmıştı.

Sınıfta, öğretmen masasının önünde bir şey vardı.

Gorile benzeyen yüzünde uzun bir boynuz vardı. Ayrıca çenesinden çıkıp burnuna doğru uzayan iki keskin uzun diş bulunuyordu.

Bu hali yeterince korkunç değilmiş gibi vücudunun alt kısmı ise bir kırkayağı andırıyordu.

Uzun gövdesinden çıkan çok sayıda ayak bulunuyordu.

 

"Hı... Ahhhhhh!"

 

O trans halinden ilk çıkan Yeongmin oldu. Telaşla kollarını sallayıp hemen uzaklaştı, bu da diğer ikisinin kendine gelmesini sağladı.

Ama kaçamadılar.

Takip ettikleri minik yaratık yollarını kapatmıştı.

 

"Çekil önümden!"

 

Yeongmin haykırıp bir tekme savurmaya çalışırken yaratık birden ağzını genişçe açtı.

Sonra inanılmaz derecede büyük olan o ağız anında Yeongmin'in bacaklarını ısırıp yuttu.

Bazen, büyük bir şok yaşadığında beyin donup kalır ve felç geçirmiş gibi hiçbir şey yapamaz.

Arkadaşlarının vücudunun yarısı canavar tarafından ısırılırken Yunjae ve Yonghui dehşet dolu gözlerle izledi.

Yeongmin hâlâ delirmiş gibi kollarını sallıyordu. Başına gelen şeyi henüz algılayamamıştı.

 

"Kurtarın beni..."

"Ah..."

 

Aklı henüz yerine yeni gelen Yonghui arkadaşına,

Yerde ne yapıyorsun? Bacakların nerede?

Diye sormak istiyordu.

Ama ağzından daha tek kelime çıkamadan goril-kırkayak canavar boynuzuyla sırtını parçaladı.

Çaresizce Yunjae'ye bakarken, Yonghui'nin gözüne yaşlar hücum etmişti.

Yunjae yerde tir tir titriyordu. O kadar korkmuştu ki dizlerinin bağı çözülmüştü. O an tavşan kulaklı canavar Yeongmin'den geriye kalan ne varsa yalayıp yutmuştu.

Yonghui, Yunjae'ye döndüğünde canavarın büyüdüğünü görmüştü. O anda canavar ileri doğru atıldı ve Yunjae'yi bir bütün halinde yutuverdi.

İki lise arkadaşı artık ölmüş olsa da Yonghui'nin yas tutacak zamanı yoktu.

Aslında bunu yapacak zamanı yoktu çünkü az önce boynuzunu sırtına saplayan diğer canavar tarafından parça parça çiğneniyordu.

 

 

Bir süre sonra, çığlıklar ve kemik kırılma sesleri artık kesildiğinde, yırtık pırtık pelerinli birisi sendeleyerek sınıfa girdi.

Çocuklardan geriye kalan tek şey yerdeki kameraydı.

Gizemli figür etrafına bakınıp ortalıkta kimsenin olmadığına emin olduktan sonra eğilip kamerayı aldı.

Kameranın kayışını şekli bozuk parmaklarının etrafına saran figür, çalışıp çalışmadığına bakmak için kamerayı açtı. Sonra da cebine tıkıp karanlıkta kayboldu.

 

 

Zeha, Haru için endişeleniyordu.

Konu savaşmak olunca Haru, Zeha’yı mükemmel bir şeklide destekliyor olsa da son zamanlarda kendinde değilmiş gibiydi.

Ara verip televizyon izledikleri zamanHaruZeha’ya birkaç soru sorardı genelde. Fakat son zamanlarda sessiz kalıyordu.

Sanki kafası başka yerlerdeymiş gibi görünüyordu hep.

 

“Haru, sen-“

 

Zeha, yolunda gitmeyen bir şeyler mi var, diye soracağı sırada telefonundan bir ses geldi. Hunteruygulamasından bildirim gelmişti.

Son zamanlarda kendinde olmasa da Haru, bildirimi duyar duymaz savaşa gitmeye hazırdı.

 

“Neredeymiş?” diye sordu Haru.

“Kavşağın ilerisindeki ara sokakta.”

“Hadi gidelim.”

 

Üslerinin bodrum katına giden geçitten geçerek dışarı çıktılar ve hemen olay yerine koştular.

Kavşağı resmen uçarak geçtikten sonra ara sokağa girdiler.

Bölgedeki sokak lambası yanıp sönüyordu ama birinin varlığına dair hiçbir işaret yoktu.

 

Zeha yakınlardan gelen bir kaplan kokusu bile alamıyordu.

Ölüm Kılıcı’nı tutan ellerini gevşetip kendi kendine mırıldandı.

 

“Biri bizimle oyun mu oynuyor?”

 

O sırada Haru’nun, arkasından seslendiğini duydu.

 

“Dikkat et!”

 

Haru bağırıp halatını savurdu.

 

Güm!

 

Gizemli saldırgan, halatın ucunu başka tarafa fırlatarak tekrar saldırmak için yana doğru döndü.

 

Vın!

 

Susturucu, merminin havada vın diye uçmasını sağlamıştı.

Mermi doğrudan Zeha’nın alnına geliyordu.

Eğer aylar öncesi olsaydı Zeha vurulur ve anında ölürdü. Fakat şimdi olağanüstü biçimde kuvvetlenmiş sezgileriyle, bu mermiden kaçmak onun için çantada keklikti.

Saldırgan art arda birkaç el ateş etti. Ancak bunlar Zeha’yı hemen hemen hiç ürkütemedi, geldikleri gibi kolayca kaçıyordu Zeha.

Adam, tuzağının başarısız olduğunu fark eder etmez geriye dönüp koşarak uzaklaşmaya çalıştı.

Fakat Zeha daha hızlıydı.

Saldırganı yakasından tutup duvara fırlattı.

 

Güm!

 

Sırtı duvara çarpan saldırgan acı dolu sesler çıkardı.

Titreyen ışık adamın yüzünü ortaya çıkardı ve Zeha sert sert bakış attı.

 

Zeha kızgınlıkla söylendi. “Seni pislik!”

 

Zeha’nın asla unutmayacağı bir yüzdü. Seongjin’in yüzüydü.

Seongjin, Zeha ile yüz yüze karşılaşınca kıs kıs gülmeye başladı.

 

“Seni tuhaf yaratık. Nasıl bir kaplan gibi böyle hızlı olabilirsin? Söyle çabuk, sen kaplan mısın?”

“Hey, senin derdin ne? Beni tuzağına çekmek için Hunter uygulamasını mı kullandın?” Zeha öfkeyle bağırdı.

“Yaptıysam ne olmuş? Halka yardım eden görkemli Chakho’nun üyelerindensin. Beni öldüremezsin. Ben masum, dışlanmış bir vatandaşım.” Seongjin yüksek sesle güldü.

“Masum, dışlanmış bir vatandaş...? Sen beni öldürmeye çalıştın!”

“Ama ölmedin.”

 

Zeha, onu tutan ellerini kaldırarak Seongjin’i havada sallandırdı.

 

“Aaah..!”

 

Seongjin mücadele etti ama hiç de korkmadı çünkü Zeha’nın kendini asla öldüremeyeceğini biliyordu.

Ve haklıydı da. Zeha asla Seongjin’i öldüremezdi. Kendisi bir melezdi ve bu da ona mani oluyordu.

Sebebi Zeha’nın babasından utanması değildi. Sadece, eğer bir insan öldürürse gelecekte geri dönüşü olmayan bir şeyler olacağından korktuğu içindi.

Eğer melez birisinin bir insanı öldürdüğünü öğrenirlerse insanlar ne düşünürler?

Zeha’nın doğmuş olması şu anda bir sır olabilirdi ama görünüşünü ve nasıl hareket ettiğini gördükten sonra insanların şüphelenmesi an meselesiydi. Hatta sonunda Jooan ve Hosu’yu da mercek altına alabilirlerdi.

Bu yüzden, ne kadar adaletsiz olduğunu hissetse de Zeha’nın sınırların dışına çıkmamaktan başka seçeneği yoktu.

 

Zeha, “Eskiden olduğu gibi Sinsi’nin huzurlu bir yer olmasını diliyorum. Sırf bu yüzden savaşıyorum. Sen ve diğerleri neden beni rahat bırakmıyorsunuz?” diye sordu.

“Senin gibi insanlar için huzurluydu.”

 

Seongjin direkt Zeha’nın gözlerinin içine baktı.

 

“Sinsi senin gibi insanlar için huzurluydu. Bizim için şehir hiçbir zaman huzurlu değildi. Yaşamak için hiç de hoş bir yer değildi bir kere.”

“Çünkü siz suçlulardınız!” diye haykırdı Zeha.

“Siz şımarık çocuklar bir an olsun durup başka seçeneğimizin olmadığını düşünemezsiniz, öyle değil mi?”

 

Şımarık?

Zeha söyleyecek söz bulamadı.

Fark etti ki kendisi ne söylerse söylesin Seongjin sözlerine kulak asmayacaktı.

 

“Bu senin son şansın.”

 

Zeha gitmesine izin verdi.

 

“Bunu bir daha yapma! Bu son uyarın.”

“Ah, ne kadar korkunç.”

 

Zeha ve Haru, Seongjin’in alaylarını görmezden geldiler ve ara sokaktan çıkmak üzere arkalarını döndüler.

Sonbahar rüzgârı sokak boyunca uğuldadı, yankılı ve kasvetli sesi Zeha’nın kulağında çınlayıp saçlarını karıştırdı.

Zeha yüksek sesle iç geçirdi ve nefesi rüzgarla beraber dağılıp gitti.

 

 

İkisi eve döndüğünde herkes gelmişti.

Hosu, Zeha’nın yüzündeki sert ifadeyi görünce sordu:

 

“Birisi mi öldü?”

 

Hunter uygulamasının geliştirilmiş olması insanların güvenliğini garanti etmiyordu. Hâlâ kayıplar oluyordu. İnsanların ölmesi ve yaralanması hızlı bir saldırıya bakıyordu. Yakınlarda bile olsalar Kaplan Avcıları’nın yapabileceği bir şey olmuyordu.

Kaplanla savaşıp onu öldür ama çağran kişinin cesedi çoktan yerde olsun. Kaplanlar, Kaplar Avcıları’nın olay yerine ualaşabileceğinden daha hızlı davrandığında ellerinden gelen ancak bu oluyordu.

Zeha kafasını salladı ve telefonunu çıkardı.

 

“Biliyor musunuz, bence uygulama tuzak olarak kullanılabilir.”

 

Ardından Haru ile neler yaşadıklarını anlatmaya koyuldu.

 

“O pislik ölmeyi hak ediyordu! Onu öldürmeliydin!” diye hiddetle soludu Cein.

 

“Biliyorum. Ben de istedim. Cidden, bunu neden yapıyorlar? Demek istediğim, hepimiz birleşsek bile yeterli olmayacak. Niye bunu yapıyorlar? Kaplan Kelebeği’ne ne yaptım ben?”

Do-geon “Kaplan Kelebeği’nden daha popüleriz, biliyorsun.” diye belirtti.

 

Zeha alayla güldü.

 

“Ve benim ölmemi bu kadar çok istemelerinin sebebi bu mu? Evet, biz onlardan daha fazla öldürüyoruz. Ama Kaplan Kelebeği hâlâ çok sağlam. Ayrıca başlarına gelenlerin sebebi kendileriydi! Kimse onlara marketten kaçmalarını söylemedi.”

Kasesini temizleyen Hwan “Kaybedenler hatalarının sebebini bir başkasında arama eğilimindedirler.” dedi.

 

“Her neyse, eğer uygulama tuzak olarak kullanılıyorsa bu, telefonlarımız her çaldığında cevaplayamayız demek. Bu bir sıkıntı. Ama yine de bu şaşırtıcı değil. İnsanlar son zamanlarda bu uygulamayla birbirlerine şaka yapıyorlar.”

“Biliyorum. Ama bu, uygulamayı tamamen görmezden gelebiliriz demek değil. Bazı insanlar gerçekten tehlikede olabilir.”

 

Zeha homurdanarak iç çekti.

 

“Tüm kaplanlar ve insanlar baş belası! Sin-si’nin harap olmasını nasıl da isterdim.” Cein sıkkınca kaşlarını çattı.

Hosu “Evet, sanki telefonun çalar çalmaz dışarı fırlamıyormuşsun gibi…” diye belirtti.

Cein yanakları kızarmış bir şekilde “Hayır, fırlamıyorum. Ne zaman yaptım ki? Sadece birkaç şeyi halletmek için çıkmıştım.” dedi.

 

“Ve bu iş kaplanla savaşmayı içeriyordu.”

“Elbette! Hepsini öldüreceğim. Her birini.” dedi Cein kararlılıkla.

“Bu konuda seninleyim.” Hwan başını sallayarak Cein’e katıldı.

 

Tam o sırada Jooan dikkatlice elini kaldırdı.

 

“Bundan bahsetmişken, belki farklı bir açıdan bakabiliriz.”

 

Herkes Jooan’a bakmak için döndü.

İki ay önce, Ağustos’ta, Heoseo ile karşılaşmasından beri Jooan pek çok şey düşünüyordu.

Konuyu zaman zaman diğerleriyle tartışmak istiyordu ancak önemsiz bir konu olmadığı için her zaman ikilemde kalıyordu.

Ama aynı zamanda sonsuza kadar erteleyemeyeceği bir şeydi. Bu yüzden, herkes evde birlikte olduğu için en iyi zamanın şimdi olduğuna karar verdi.

 

“Zeha’nın Seongjin’le yaşadıkları ve markette savaştığımız o zamanla birlikte… düşmanlarımız hem kaplanlar hem de insanlardı. İnsanlar düşmanımız olabileceği kadar bazı kaplanlar da dostumuz olamaz mı sizce de?”

 

Hosu’nun yüzü anında sertleşti.

 

“Ne demek istiyorsun?” diye sordu.

“Demek istediğim… insanlara düşman olmayan kaplanlar var ve onları ikna edebiliriz-”

“Neden bahsediyorsun?!”

 

Hosu kükreyerek yumruklarını masaya vurdu.

Jooan tepki göstermelerini beklemişti. Ancak böylesine duygusal bir tepki uyandıracağını düşünmemişti.

Fakat meseleyi masaya koyduğuna göre artık geri alamazdı.

Ve böylece devam etti.

 

“Hosu, hemen duygusallaşma. Beni dinleyin. İki ay önce Heoseo adında bir kaplana karşı savaştım. Üst seviye bir kaplandı ve güçlüydü. O kazandı. Ama gitmeme izin verdi.”

“Ve?”

“Hoseo televizyon izlemeyi seviyor gibiydi. Dizilerdeki oyuncuların davranışlarını taklit ediyordu. Ve kız arkadaşım Narae’nin öldüğünü öğrendiğinde kalbi paramparça oldu. Bulti’nin onu öldürdüğünden hiç haberi yoktu. Yani, kaplanlar diğer kaplanın ne yaptığını her zaman bilmiyor gibi görünüyor.”

“Ve?”

 

Jooan, Hosu’nun sesinin alçaldığını fark etmedi.

 

“Kaplanlar da tıpkı insanlar gibi. İyi kaplanlar ve kötü kaplanlar var. Arkadaşlarının ölümüne ağlıyorlar ve büyüleyici bir şey gördüklerinde heyecanlanıyorlar. Yani-“

“Dur artık! Saçmalamayı kes hemen!”






DEVAM EDECEK…

_____________________

Orijinal Kaynak: HYBE_STORIES

Türkçe Çeviri: starshine, glow, jeeykev, earthofmoon, kooknaz @ BTSTurkey

Kontrol: glow, starshine @ BTSTurkey

Çeviriyi almak ve başka bir yerde paylaşmak YASAKTIR.


Yorumlar