Duyuru

Hoş Geldin ARMY

Bildirim
Ekip alımları devam etmektedir.

- [1. Bölüm] 7FATES: CHAKHO (Türkçe Çeviri)

Tüm Bölümler

 

1. Inwang Dağı'ndaki

Cinayet Vakaları



Güm...

Bam...

Güm...

Bam...

Güm... Bam...

Yer altından gelen kasvetli ses, sanki istikrarlı bir kalp atışı gibi gümbürdüyordu.Yavaş ama kesin bir şekilde, gümbürtü şehri kaplamış ve onu devasa bir kalp atışı görünümündeki uğursuz bir uçuruma dönüştürmüştü.

Tam o anda, karanlık, dipsiz uçurum, devasa bir top üretti ve onu, ona doğru uçurdu.

Nefes alamıyorum...

"Ah!"

Zeha, irkilmeyle, nefes almaya çalışarak uyandı.

Kocaman açılmış gözlerle tavana bakarak nefes aldı. Tavan, beyaz ve bilinmedikti.

"Ne bu..."

Zeha'nın nerede olduğunu bilmek için etrafına bakmasına gerek yoktu. Kimyasalların kokusu, ona nerede olduğunu söyleyecek kadar duyularına hücum ediyordu.

"Hastane mi? Ne yapıyorum ben burada..?"

Tam etrafındakilerin farkına varmışken ani bir acı bedenine saplanmıştı.

"Ah!"

Zeha hemen elini kaldırdı ve göğsüne doğru götürdü. Tam o anda, göğsünün etrafına sıkıca sarılmış olan bandajı hissetmişti.

Acı, tam oradan geliyordu. O esnada Zeha, elinde olmadan kalbi hatırladı. Kaşlarını çattı, şu anki kötü durumuyla ne alakası vardı, emin değildi.

Sanırım bir kalple ilgili bir rüya gördüm...

Ne kadar uğraşsa da rüyasını detaylıca hatırlamazken Zeha, onun hoş bir şeyden epey uzak olduğunu biliyordu.

Sonunda ona yetişen ve avını boğan bir piton gibi kalbinin etrafına dolanan uğursuz bir karanlık tarafından kovalandığını hatırladı.

Zeha, elini göğsüne doğru sıkarken ve acının dinmesini umarken gözlerini kapadı.

Neler oldu? Hastanede ne yapıyorum? Bu hissettiğim acı da ne? Ne zaman yaralandım ki?

Zeha, ne kadar uğraşsa da hiçbir şey hatırlamıyordu. Sanki biri, elini beynine sokup onu darmaduman etmişti.

Tam Zeha, nasıl böyle bir duruma düştüğünü anlamakta güçlük çekerken şakağına keskin bir acı saplandı.

"Ah!"

Zeha iki büklüm olarak acı içinde inledi. Acı, en nihayetinde dinmeden önce sonsuza kadar devam edecek gibi gelmişti.

Benim neyim var?

Ona olan şeylerin hiçbirini anlayamıyordu.

Tam o anda, evinden çıkarken şüpheli bir adamla olan karşılaşmasını hatırladı.

.

.

"Ailenin nasıl ve neden öldüğünü bilmek istemiyor musun?"

İstiyordu.

Ne yazık ki, yetimhanedeki öğretmenler ve çalışanlar ona hiç anlatmamıştı. Bunun yerine; o ne zaman bu soruyu sorsa, yüzlerindeki bakışları rahatsız bir hale çevirmişlerdi.

Ve böylece, ailesinin ölümünün silik hatırası zihninin en arkalarına itilmişti. Kimsede sorularının yanıtları olmadığından, Zeha, bir gün bunları kendi kendine çözebileceğine karar vermişti.

Ama bu, o genç ve toykendi.

Yetimhaneyi terk edecek kadar büyüdüğünde Zeha, bazı şeylerin önceliğinin olduğunu fark etmişti. Ailesi hakkındaki gerçeklerin beklemesi gerektiğini öğrenmişti.

Her şeyden önce hayatta kalması gerekiyordu.

Sinsi'de doğmanın bazı yararları olsa da, kendine bakacak parasının olması gerekiyordu.Her gün, masasına yemek koymak hakkında endişelenirken ailesinin ölümünü araştırmaya parası yetmezdi.

Ve böylece Zeha, şafaktan alacakaranlığa kadar çeşitli yarı zamanlı işlerde çalışabilmek ve o süreci tekrar edebilmek için bu yüksek kararlılıktan vazgeçti. İşte o zaman ailesinin hatıraları silinmeye başlamıştı. Zeha, ailesinin onu terk ettiğine inanmaya başlamıştı. Çok geçmeden onlara olan özlemi dargınlığa dönüşmüştü. Alaycı ve karamsar bir genç adam olmuştu. Ve böylece Zeha, her gün geçimini sağlamak için mücadele etti. İşte o zaman o adam ortaya çıkmıştı.

Eğer o adam onu görmeye henüz ulvi hayalleri olan yetim bir çocukken gelseydi, Zeha hiç düşünmeden hemen onun önerisine atlardı.

Ancak ona şeker vaat eden bir yabancının peşine düşen masum bir çocuk olmayı uzun zaman önce bırakmıştı. Hal böyle olunca Zeha adamı geri çevirmişti.

"Sanki umurumdaydı."

Yürüyüp gitmeden önce adama orta parmak çekmişti. Ama, ne yazık ki, geri çekilmek yerine adam onu takip etmeye başlamıştı.

"Hey, ailenin neden bu kadar trajik bir şekilde ölmek zorunda kaldığını merak etmiyor musun? Nasıl öldüklerini, kaçınılmaz ölümlerinden hemen önce acı içinde nasıl çığlık attıklarını bilmek istemiyor musun?"

Zeha adamın ses tonunu pek çözemiyordu. Ailesinin ölümüyle dalga geçiyor gibiydi. Ama aynı zamanda Zeha'nın onları unutmasını da eleştiriyor gibiydi.

"Ah, vay be. Gerçekten mi? Bu çok korkunç."

"Inwang Dağı. Ailenin hakkındaki sır orada."

Inwang Dağı.

Zeha kaşlarını çattı. Ama adama sırtını dönmüş olduğu için etkilenmemiş gibi davrandı. 

"Yani, doğa yürüyüşüyle pek ilgilenmiyorum." İlgisiz bir şekilde omzunu silkti.

"Zeha."

Adının seslenilmesi Zeha'yı durdurdu. 

Geriye dönüp adama baktı. Adam bembeyaz dişlerini göstererek sırıttı. 

"Bakıyorum da şimdi ilgini çektim," mırıldandı "Adını neden bildiğimi öğrenmek ister misin?"

"Şey, onu öğrenebileceğin birçok yol var. Yani, pek de süper gizli kişisel bir bilgi değil. Demek istediğim... Sadece benim gibi yakışıklı genç bir adamın adını ve adresini öğrenebilmek için uğraş verdiğini düşünürsek... Acaba sen, bir ihtimal, kafayı bana takmış olabilir misin? Ya da belki de bir sapıksın?"

Adam burnunu kırıştırdı.

O da neydi?

Tam o anda, Zeha o adamın insan olmadığını hissetti.

Zeha'nın daha önce hiç hissetmediği bir aura yayıyordu. 

Adamın birazdan vahşi bir yaratığa dönüşüp uzun sivri dişlerini boynuna batırma düşüncesi Zeha'yı ürküttü.

"Annenin bir şaman olduğunu hatırlıyor musun?"

Adam öne doğru adım attı.

Zeha, yerinden oynamamaya çalıştı. 

Ama refleksle bir adım geriye gitmekten kendini alıkoyamadı.

 "Senin ve ailenin Inwang Dağı'nın Kaplan Kayası'nın yakınlarında yaşadığını unuttun mu?"

Inwang Dağı'nın Kaplan Kayası.

Hatırlıyorum.

Zeha, babasının Kaplan Kayası'nın önünde kucağında onunla oturup ona bir şarkı mırıldandığını hatırladı.

Babasının, onun yumuşak saçlarına dokunuşunu hatırladı.

Onun nazik dokunuşu.

Baba...

Zeha, hala babasının kucağındayken, kafasını çevirip annesinin ona belli belirsiz gülümsediğini hatırladı.

Annesinin gözleri, ona ne zaman baksa sevgiyle dolu oluyordu. Zeha, ne kadar mutlu olduğunu hatırladı. 

Tam o anda hatırladı...

"Koş!"

Babası bağırdı.

"Zeha!"

Annesinin dile getirdiğini duyduğu son kelime buydu. Anne babasının sesleri zihninde yankılanırken, çocukluk yıllarına dair anılar Zeha'nın gözünün önünden geçti.

Bunları nasıl unuttum?

Karmaşık duyguların gözlerini doldurduğunu gören adam, öne doğru bir adım daha attı.

Bu kez, Zeha geriye gitmedi. 

Adam fısıldadı, 

"Hava bugün açık. Neden Kaplan Kayası'na gitmiyorsun? Ebeveynlerinle ilgili gerçeği öğren. Bunu kendin için yap."

Zeha, o zaman arkaya döndü.

"Hey, sen!"

Zeha kendine gelip elini uzatana kadar, adam gitmişti.

Zeha o kadar yoğun duygular hissediyordu ki adamın bir insan için inanılmaz derecede hızlı oluşunu fark etmedi.

Geçmişinde gelen beklenmedik anı dalgası, kafasını tamamen karıştırdı.

O çığlık da neydi?

Neden annem bana bu kadar çaresizce seslenmişti?

Zeha'nın aklından geçen milyonlarca soru vardı. Tam o sırada, telefonu çaldı.

Zeha telefonu açmadan önce kendini yatıştırmak için boğazını temizledi.

[16 Ocak, Ay Takvimi]

Ebeveynlerimin ölüm yıl dönümü.

Tam da bugün, tuhaf bir adamın ortaya çıkıp ebeveynlerimin ölümü hakkında konuşması sadece bir tesadüf mü?

Hayır, tesadüf olamaz.

Bunun üzerine, Zeha yarı zamanlı işine gitmemeye karar verdi ve dağa doğru yola koyuldu.

.

.

Evet, oraya gittim. Otobüse bindim, otobüsten inip dağı tam önümde gördüm. Onu hatırlıyorum. Ama sonrasında ne oldu? Nasıl oldu da kendimi hastanede buldum?

O anda, bir hemşire odaya girdi. Onun kendine geldiği fark eder etmez yanına koşturdu.

"Bayım, uyanmışsınız. Nasıl hissediyorsunuz? Ağrınız var mı?"

"Göğsüm biraz..."

"Bu pek şaşırtıcı değil. Orada büyük bir yaranız var. Serumunuza biraz ağrı kesici koyayım en iyisi."

Serumu yerleştirirken, söyledi,

"3 gündür bilinciniz kapalıydı. Çok kanamanız vardı ve o kadar kötü yaralanmıştınız ki, iyileşemeyeceğinizden korktum. İyi olduğunuzu görmek çok rahatlatıcı."

3 gündür bilincim kapalı mıydı?

Hemşire odadan ayrıldıktan sonra, Zeha dağda neler olduğunu hatırlamaya çalıştı. Ama ağrı kesiciler uykusunu getirmişti. Zeha, birinin adını seslenmesiyle uyanana kadar kendinden geçti.

"Zeha Bey? Uyandığınızı duydum. Bir dakikanız var mı?"

Bir adamdı.

Gözlükleriyle şık görünüyordu.

Zeha gözlerini kırptı, adama soru sorar bakışlarla baktı. Adam, elini cebine soktu ve cevap olarak bir kart çıkardı.

"Ben Sinsi Polis Merkezi'nden Dedektif Kim Soohoon." diye açıkladı.

Zeha kartı aldı ve karta baktı.

Bu, bir polis memurundan ilk kart alışıydı.

Zeha, Soohoon'a baktı ve takım elbise giydiğini fark etti. Dedektiftense bir savcıya daha çok benzediği düşüncesine kapılmaya engel olamadı.

"Inwang Dağı'ndaki olay hakkında birkaç sorum var."

"Inwang Dağı..."

Neler olduğu konusunda Zeha'nın da soruları vardı.

Temkinli bir şekilde otururken ağzından bir inleme çıktı.

"Ay takvimine göre 16 Ocak'ta Inwang Dağı'nda ne yapıyordun?"

"İlgilenmem gereken bir işim vardı..."

"Ve ben de sana onun ne olduğunu soruyorum."

Bir sorun var. Soohoon itham eder gibi konuşmuştu, sanki Zeha bir şeyi yanlış yapmış gibi.

Zeha kaşlarını çattı ve dedektife baktı.

"Kişisel bir mesele." dedi hemen, "Gerçekten onu da söylemem mi gerek?"

"Evet, bu yüzden buradayım." Soohoon belirtti ciddi bir şekilde. "Beni dinle, bana doğruyu söylesen iyi olur." diye uyardı. "Dağda ne yapıyordun?"

"Söylemek istemiyorum." diye yanıtladı hemen Zeha. "Hakkımı kullanmak istiyorum. Sessiz kalma hakkımı."

Soohoon'un soğuk gözleri adeta Zeha'nın içine baktı.

"Genelde suçlular bu hakkı kullanırlar."

"Pardon? Gayet basit bir şekilde haklarımı kullanıyorum ve beni bir suçluyla mı kıyaslıyorsun? Bunun biraz fazla olduğunu düşünmüyor musun? Yani, bunu gerçekten yapabilir misin? Bir polis memurunun hakkım olan bir hakkı kullanır kullanmaz beni suçlaması?"

Soohoon iç çekti ve açıkladı,

"İşe gitmeyip ve dağa gittiğin gün, o bölgede dağınık olarak 24 ağır yaralanmış beden bulundu."

Zeha'nın bir anlığına dili tutuldu.

Ağır yaralanmış mı? Bedenler mi?

Zeha bu kelimeleri daha önce sadece haberlerde duymuştu.

O anda, ellerini tekrar gövdesine getirirken yüzünü buruşturdu.

Ona verilen ilaçlar etkisini yitirmeye başladıkça kalbi de hızla atmaya başlamıştı.

Soohoon, bir zarftan birkaç fotoğraf çıkardı.

Soohoon, fotoğrafları Zeha'nın önüne bir bir yaymaya başladıkça o dehşet verici sahneleri görmek Zeha'nın nefesini kesti.

Kopmuş kollar, parçalanmış bedenler ve gövde ile karın bölgesindeki derin kesikler...

Zeha o bedenleri orada görüp görmediğini merak etti.

Gördüm mü?

O anda zihninde bir görüntü belirdi.

Etrafa sıçramış kan, ağır ağır nefes alış ve bir çığlık...

"Zeha!"

Annesinin çığlığı o kadar netti ki sanki kulağına bağırıyormuş gibi hissetti ama Zeha hiçbir şey hatırlayamadı.

"Zeha Bey?"

Soohoon'un sesi annesinin çığlığıyla karıştı.

Zeha kan çanağına dönmüş gözlerle ona baktı.

"Peki ya şimdi? Ne olduğu hakkında konuşacak gibi misin?"


+++


Zeha, Soohoon'a aklına hiçbir şey gelmediğini söyledi.

"Ebeveynlerimin ölüm yıl dönümüydü..." Diye açıklamaya devam etti, "Orası eskiden yaşadığımız yer olduğu için oraya gittim."

Zeha; dedektifin, evinin yakınlarına gelen şüpheli adamın varlığına inanmayacağını varsaydı.

"Dağa çıktığımı hatırlıyorum ama devamına dair hiçbir şey hatırlayamıyor gibiyim..."

Zeha'nın açıklamasını yazdıktan sonra Soohoon, ona artık gideceğini söyledi. Gitmeden önce, tekrar görüşmeleri gerekebileceğini ekledi.

Zeha, yüzünü ellerinin içine gömerken yatağa geri yattı.

Ne oldu böyle?

Soohoon'un ona gösterdiği fotoğraflar, bir filmmiş gibi süratle zihninde oynadı.

Bunu bir insan yapmış olamaz... Biri insanları nasıl öyle öldürebilir?

Kurbanların yaraları bıçak ya da baltadan kaynaklı değildi.

Belki de yırtıcı hayvanlardandı? Kaplanlar ve ayılar gibi...

Ama Sinsi büyük bir şehirdi. Etrafta yırtıcıların dolaşması imkansızdı.

Amanın. Gerçekten bir şey hatırlayamıyorum. Bu delice.

Ama Zeha bilmiyordu ki Inwang Dağı'ndaki bu cinayet olayları şehri sallayacak. Bu, kötücül bir şeyin yalnızca başlangıcıydı.


__________________________

Orijinal Kaynak: HYBE_STORIES

Türkçe Çeviri: fataeful, lumi, Kıleyır @ BTSTurkey

Çeviriyi almak ve başka bir yerde paylaşmak YASAKTIR.




Yorumlar