Duyuru

Hoş Geldin ARMY

Bildirim
Ekip alımları devam etmektedir.

- [30. Bölüm] 7FATES: CHAKHO (Türkçe Çeviri)

Tüm Bölümler

    

30. Ölüm Kılıcı



Haru geri döndüğünde elinde bir silah tutuyordu.

Silahı Dogeon'a verdi.

"Pyori'den."

"Pyori mi? O çirkin yaratıktan mı bahsediyorsun? Biraz önce yaptığı tüm o şeylerden sonra sana bunu mu verdi?" Dogeon rahatsız olmuştu.

"Yanlış anlamış."

"Neyi yanlış anlamış?"

"Üff."

Haru otururken iç çekti. Kendisi gibi davranmıyordu.

"Pyori bir duduri."

"Duduri mi? O da ne?" diye sordu Dogeon.

"Burada yaşayan yaratıklar sadece kaplanlar ve ayılardan ibaret değildi. Başkaları da vardı. Sadece bu iki grup en güçlü olanlarıydı." şeklinde açıkladı Haru.

 Bu sözlerin üzerine herkes Cein'in geçmiş yaşamlarında gördüğünü öne sürdüğü kabileleri hatırladı.

"Duduriler onlardan biriydi."

"Haru, artık her şeyi hatırlıyor musun?"

Zeha, Haru'nun uzun süre önce hafızasını kaybettiğini bildiğinden sormuştu bunu. 

Haru başını salladı ve devam etti.

"Pyori'yi gördüğüm anda onun bir duduri olduğunu anlamama rağmen... Şimdi size aktaracağım hikaye, onun bana anlattığı bir şey. Bu hikaye de ona atalarından aktarılmış."

"Sana her şeyi anlattı mı?"

"Her şeyi değil... Üff."

Haru tekrar iç çekti.

"Halk hikayelerine göre, Tabae bir vatan hainiymiş."

Duduri kabilesi Tabae'ye güvenmişti. 

Sadece onlar değil, diğer tüm kabileler de ona güvenmişti.

Aslında bu kaçınılmazdı çünkü kaplanlar öfke nöbetleriyle diğer kabilelerdekileri öldürmeye başladığında sırtlarını yaslayacakları başka kimse yoktu. Sinsi'nin en güçlüleri kaplanlardı ve Tabae kaplan kanına sahipti .

"Pyori'ye göre duduriler ve diğerleri savaşta zafer kazanmak için Tabae'yi desteklemişler. Ama Tabae onları sürgün edip toprakları ayılara vererek sözünden caymış."

Kabilelerin çoğu sürgünde ölmüştü. 

Ama Duduri kabilesi bu yere kök salmıştı ve tüm bu yıllar boyunca burada yaşamlarını sürdürebilmişlerdi.

"Olamaz. Gördüğüm Tabae... Vatan haini gibi durmuyordu." Cein karşı çıktı.

Haru başıyla onayladı.

"Ben de her şeyi tam olarak bilmiyorum ama Tabae'nin böyle bir şey yapacağını düşünmüyorum. Dogeon?  Bu silahı kullanacak mısın kullanmayacak mısın?" 

"Kullanmayacağım. Pyori, Zeha'ya kırma dediği için özür dileyene kadar değil en azından." Dogeon'un sesinde dargınlık vardı. 

 "Dogeon, ben iyiyim." Zeha ısrarcıydı.

"Ben değilim! Kırma mı? Köpeğe bile söylenmez bu!"

Dogeon'un kararlılığını gören Haru'nun silahı çekmeceye koymaktan başka çaresi yoktu. Haru silahı koyarken hiç olmadığı kadar uyuşuk davranıyordu.

Bu Zeha'yı endişelendirdi. Pyori'nin kendisine ne dediğiyle çok da ilgilenmiyordu. Arkadaşı Haru'nun normal davranmıyor olması onu daha çok rahatsız ediyordu. 

"Haru... İyi misin?"

Haru'nun tebessümünde acı vardı.

"Biraz uyumam lazım. Nedense tamamen bitkin hissediyorum."

Muhtemelen bir kaya olduğu için içlerinde uykuya en az ihtiyaç duyan Haru, biraz uyumak için odasına yöneldi ve günün geri kalanını yatakta geçirdi.

Böylece o ay herkes, her gün kaplan avıyla meşgulken geçip gitti.

Yaz gelmişti. O ay süresince Chakho, Sinsi'de kaplan avıyla elde ettikleri artan şöhretlerinden tamamen habersizdi. 


Bir ay önce Chakho ile tanıştıklarından beri Soyeong, Jeongmi ve Seongjun okulda onlar hakkında konuşmadan duramıyorlardı.

Seongjun Chakho'yu "Tüm Zamanların En İyi Kaplan Avcıları" olarak nitelendirmişti. Bazen onlara kısaca "T.Z.E.İ.* Chakho" diyordu. Bir gün Seongjun arkadaşlarına övgülerle ekibi anlatırken içlerinden biri ona telefonunu gösterdi.

(Ç/N: Tüm Zamanların En İyisi)


"Bahsedip durduğun Chakho bu mu?"


Ekranda bir video oynuyordu. Adı da "Yükselen Kaplan Avcıları ile Tanışın - Chakho." idi.

Videonun adı, onu sanki Chakho ile bir röportaj gibi göstermişti. Ama bir dövüşün uzaktan çekilmiş kaydından başka bir şey değildi. 

Zeha ve Jooan görüntüdeydi. Fakat ışık hızları onları zar zor görünür kılıyordu. Ancak dövüş sırasında durakladıklarında görünüyorlardı.


"Affedersiniz..."


Kaplanın başıyla ayrılmalarından önce, izleyen öğrenciler videoda çocukları çağıran bir ses duydu. Kılıcı kılıfına geri koyarken, içlerinden biri seslenen kişiye döndü. Net bir görüntüydü.

"Vay be! Çok havalı değil mi? O, T.Z.E.İ.!" diye haykırdı Seongjun.


"Siz Chakho musunuz?"


Adam, sorulan soruya hafifçe başını salladıktan sonra diğeriyle beraber gözden kayboldu. Bunu gören ve takma adı "Ünlü Dedektörü" olan öğrenci bir öngörüde bulundu:


"Gerçekten popüler olacaklar. Sadece bekleyip görün."


A Mağazası olayından birkaç gün sonra, Dongcheol bir basın toplantısı yaptı.

"Markette meydana gelen olayla ilgili suçluluk ve vicdan azabımı anlatmaya kelimeler yetmez. Ekibimi ihmal etmek benim hatamdı. Bu yüzden talihsiz olaydan sorumlu olanları temelli olarak ekipten çıkarma kararı verdim, böylelikle takımımın kalanı kaplan avlamaya devam edebilir. Bunun tekrar yaşanmayacağından emin olacağım. Tekrar ediyorum, biz, Kaplan Kelebeği, Sinsi'nin asayişine ve korunmasına kendimizi adadık, tıpkı her zaman olduğu gibi."


Çokça özürden sonra Dongcheol üyelerine, yeniden ayakları üzerinde durabilmelerine yardımcı olmak adına her türlü hizmeti teklif etmek için kurbanları ve onların ailelerini ziyaret etmelerini emretti.


"Aslında düşününce bu komutanın hatası değil."

"Doğru, ne derler bilirsin, bir baş soğan tüm kazanı kokutur. Artık soğanlar yok."

"Azınlık tarafından yapılan bir hata için çoğunluğu suçlamayalım."


İnsanlara birlik hakkında olumlu yorumlar yapmaları için ödeme yaptıktan sonra Dongcheol, kamuoyunu iyi yönde değiştirebilmişti. Şimdi daha fazla insan birliği savunuyordu.

Ama sadece o kadardı. Görkemleri ellerinden kayıp gitmişken şöhretlerini onarmak zordu. 

Olaydan bir ay sonra, ne kadar denerlerse denesinler yine de tahtlarını geri almayı başaramamışlardı. Hatta diğer takımın tahtı ele geçirmesine ramak kalmıştı.


"Chakho..."


Dongcheol, çevrim içi bir yayıncının yüklediği videoda yağdırdığı övgüleri izledi, "Yükselen Kaplan Avcıları ile Tanışın - Chakho". Takımın ne kadar havalı olduğundan bahsediyordu. Yorumların çoğu Chakho'yu methediyordu, o kadar ki adeta hürmet duyuyorlar gibiydi. 

Halk, Kaplan Kelebeği'nin şöhrete yükseldiği zamandan daha fazla heyecana kapılmıştı. Yorumları baz aldığında Dongcheol, bunu onların yakışıklı olmalarına bağlamıştı.


"Ama yine de, bu çocuklara olan merakı anlamıyorum..."


Zeha ile tesadüfen karşılaştığında, içine kötü bir his doğmuştu Dongcheol'ün ve haklıydı da. O zaman onu elleriyle öldürmüş olsaydı, bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. 

İşi astlarından talep ettiğine pişmandı. 

Şu an Zeha ve ekibi Chakho, yüzleri herkes tarafından bilindiği için artık dokunulmaz hale gelmişlerdi. Onlardan öylece kurtulmak için fazla güçlü bir hayran kitleleri vardı.


Yine de Dongcheol, kaderini kabul etmek ve en iyi kaplan avcıları olmanın görkemini başkalarına kaptırmak istemiyordu.

Kaplan Kelebeği’nin en iyisi olmasını istiyordu. Ve bunun üzerine,


“Gidin ve borsada satılan her silahı satın alın. Ne kadar maliyetli olacağı umurumda değil. Sadece oraya gidin ve onları satın alın!” diye emir verdi. 



Hupo, boş bir evde boş boş oturuyordu. Bir gün önce çocuk kaçakçılarının üssüne gitmiş ve beş suçluyla ziyafet çekmişti. Açlığını gidermiş ve bu onu mutlu etmişti. 


“Böyle dinlenmek güzel bir his, efendim.” dedi Hupo’nun yanında oturan Heoseo


“Bugünlerde Maro ve Bulti’yi göremiyorum.” diye belirtti Hupo. 


Maro, Bulti ve Heoseo onun en yakın astlarıydı. 


“Maalesef ben de bilmiyorum. Yine de, sevinmeleri gerektiğini düşünürsek bu şaşırtıcı değil. İnsanlardan nefret ediyorlar, hatta hepimizden daha fazla.” 

“Onlara abartmamalarını söyle.”

“Söyleyeceğim. Ah, televizyonu açabilir miyim, lütfen?” 

 

Heoseo bugünlerde televizyona çok ilgiliydi. Hupo başı ile onayladığında, hemen uzaktan kumandayı tuttu ve güç düğmesine bastı. Bir çevrim içi yayıncının yüklediği videoyla ilgili bir haber kanalı açıldı. Tam Heoseo kanalı daha ilginç bir şeye değiştirecekken Hupo onu durdurmak için elini kaldırdı.


“Bekle.”


Haberde bir video oynatılıyordu. Bu, bir kaplana karşı savaşan iki kaplan avcısı hakkındaydı. 


“Efendim, sizi bunu izlemek istemeye iten ne…” 


Heoseo cümlesini tamamlayamamıştı. Efendisinin gözlerinin zifiri karanlıkla parıldadığını gördü. Onu daha önce hiç böyle görmemişti. 

Hupo, adamın kullandığı kılıcı tanımıştı. Sayısız kaplanı öldürmek için kullanılan o kılıçtı.


“Ölüm Kılıcı…” diye alçak sesle homurdandı. 


O an, Heoseo da adamın elindeki kılıcı tanıdı ve donakaldı. 


Hupo burnunu büzüştürdü. 


“Tabae…”


Hupo aniden ayağa fırladı ve bağırdı.


“Tabaeeeee!”



 Bu sırada, Bulti de terk edilmiş bir evde, yarasından dolayı dinleniyordu. Zeha ve ekibinden aldığı yaralar çok şiddetliydi. O eski zamanlardaki savaşta aldığı yaralar gibi bunların da iyileşmesi kolay olmuyordu.


“Bulti.” 


Maro, yaralı arkadaşı için yakaladığı ağlamakta olan bir kadını ona doğru fırlatırken seslendi. 


“Bunu sana yapan bu kişi miydi?” 


Maro’nun elinde bir telefon vardı, telefonu Bulti’ye verdi.

Gözlerinin önünde gerçekleşen şey onu o kadar çok çileden çıkarmıştı ki Bulti’nin dişleri refleks olarak dışarıya doğru büyüdü. Kadın bunu görünce kendini kaybetti ve panik içinde çığlık atmaya başladı.


Küt!


Maro kadını bayılttı ve videoyu durdurdu. Ardından kılıcı gösterdi. 


“Bu kılıcı hatırlamıyor musun?”


“Neden? Ne olmuş kılıca? Hatırladığım şey onun yüzü!” diye öfkeyle bağırdı Bulti.

“Hey.”


Maro hafifçe Bulti’nin kafasına dokundu.


"Bu kılıcı da hatırlıyor olmalısın. Babamızı öldüren kılıç bu."


Zeha'nın elindeki kılıca odaklandığında Bulti'nin gözleri parıldadı. Maro'ya bakınca onun da buz gibi gülümsediğini gördü.


"Evet, şimdi onu öldürmek için bir sebebimiz daha var, değil mi?"



Televizyona bakarken sırıttı. Ağzını bir yelpazeyle kapatarak mırıldandı.


"Aman da aman..."


Adam görüntüyü durdurup televizyona yaklaştı. Kenarında Yisal logosu vardı. Televizyondan klimaya, cep telefonuna, elektronik cihazlara, kozmetik ürünlere ve temel ihtiyaçlara kadar Sinsi'deki herhangi bir şeyin Yisal dışında bir şirket tarafından üretilmiş olanını bulmak çok zordu.


Şirketin sahibi Hwangwoong'du.

Hwangwoong kılıca dikkatle baktı ve işaret parmağını ekrana koyarken gözlerini kıstı. Sonra da parmağıyla kılıcın hatlarının üzerinden geçti.


"Aman da aman..."


Geniş ofisin etrafında salınarak yürüdükten sonra yeniden koltuğuna oturdu.


"İlginç... Sanırım bu kılıcı daha önce bir yerde görmüştüm..."


Kolunu kaldırınca ofisin karanlık köşelerinde saklanan bir yaratık gelip üstüne kondu. Bir kartal gibi görünüyordu fakat yılan kuyruğu ve maymun kulaklarına sahipti. Tuhaf bir yaratıktı.


"Kılıcı iyi kullanıyormuş gibi, değil mi?" diye nazikçe sordu Hwangwoong.


Yaratıktan bir cırlama sesi geldi.


"Sanırım kendi kendilerini yok edeceklerine inanmıştım fakat şimdi kılıç ortaya çıktığına göre öylece oturup seyredemem."


Ürkütücü kartalın kafasını kaşıdı ve eğleniyormuş gibi neşeyle ekledi:


"Zamanı geldi galiba, sence de öyle değil mi?"



DEVAM EDECEK…

_____________________

Orijinal Kaynak: HYBE_STORIES

Türkçe Çeviri: starshine, lumi, Junior, glow @ BTSTurkey

Kontrol: glow, starshine @ BTSTurkey

Çeviriyi almak ve başka bir yerde paylaşmak YASAKTIR.


Yorumlar