Duyuru

Hoş Geldin ARMY

Bildirim
Ekip alımları devam etmektedir.

- [24. Bölüm] 7FATES: CHAKHO (Türkçe Çeviri)

Tüm Bölümler

    

24. Senden Nefret Ediyorum



"Galiba hazımsızlık çekiyorum. Diğerini çiğnemeden bütün olarak yutmamalıydım." Dedi kaplan, midesini ovuşturarak.

"Sana öyle aç kurt gibi yemeyi bırakmanı söylemedim mi? İyi bir şey değil."  diyerek diğer kaplan alaycı bir tonda görüşünü belirtti.

"Evet, evet. Bu günlerde çiğniyorum." 

Kaplanın, Cein'i yuttuğundan beri sindirim sorunu var gibiydi. 

Cein, cesetlerin erimeden yığılı olarak yerde durmaya devam ettiğine dikkat etti. Şanslı olduğunu biliyordu. Ama yine de korkuyordu. Kaplanın sadece geçici bir hazımsızlık sorununun olması muhtemeldi, ki bu da cesetlerin erimesini sağlayacak mide asidinin yokluğunu açıklayabilirdi. 

Ama ya kaplan eninde sonunda iyileşirse? Mide asidi bütün bedenimi eritirken mi öleceğim?

"Ve böylece sessiz bir şekilde oturdum ve hiçbir şey yapmadım."

Oturup yaklaşan kaçınılmaz sonunu beklemekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu. Cein, ona merhamet etmesi için kaplana yalvardı. Ona sövdü, midesinde paldır küldür yürüdü ve hatta aklını kaybetmiş numarası bile yaptı. Kaplan yine de cevap vermedi. Midesinin içinde olanlardan tamamen bihaber gibiydi. 

"Bir gün bir şey gördüm."

Tam da Cein gerçekten aklını kaybettiğini düşünürken, bir şey gördü. O mutlak karanlıkta gözlerinin önüne bir video geldi. Kaplanlar, ayılar ve onların kaçınılmaz savaşı hakkındaydı.

"Onu gördüğümde... Bunu söylediğim için utanç verici olduğumu düşünebilirsiniz ama... Şey... İçimde bir şeyin aktığını hissettim. Süper güç gibi bir şey."

Cein birden sanki bir süper kahramanmış gibi sağ kolunu dramatik bir biçimde havaya kaldırdığı fark etti. Hemen utanç içinde elini indirdi. 

"Anlarsınız ya, bir süper kahraman gibi, ama aslında değil, evet. Neyse, içeride bir şeyler kaydı. Bir saniye sonra, kaplanın tüm gücüyle çığlık attığını duydum."

Sessiz yer sallanmaya başladı.

"Ve bum. Patladı."

Bum!

Keskin ve kulakları sağır edici bir sesle kaplanın midesi patlayarak açıldı. Kaplan ölmüştü. Cein özgürdü. Ama şanslı yıldızlarına teşekkür etmek ve az önce olanları hazmetmek için zamanı olmadı. 

Bunun yerine, hemen oradan kaçıp ailesinin onu beklediği evine doğru koştu. Kaplanın kanıyla tamamen sırılsıklam olmuştu. 

Cein annesinin onun yerine erkek kardeşini korumasını ve babasının yardım etmek için araya bile girmemesini hatırlamasına rağmen evine doğru koştu. Onu hiç umursamadıkları çok açıktı. Ama böyle dehşet dolu bir anda Cein'in dönebileceği başka kimse yoktu.

"Anne, baba! Ben geldim! Ben-"

Cein gelişini haber vererek kapıyı tekmeleyip açtı ama kendini cümlesini bile tamamlayamayacak bir durumda buldu. İyilerdi ve gayet de hayattalardı. 

Ama sorun tepkileriydi. Cein'in canlı olarak geri döndüğünü fark ettiklerinde, gözleri dehşet ve hayal kırıklığı içinde fal taşı gibi açılmıştı. Kapıda duran kişinin gerçekten Cein olup olmadığı ya da bu istenmeyen oğulun aileye sırt çevirerek kaplanı buraya kadar getirip getirmediği konusunda tedirgin görünüyorlardı. Cein bunu gördüğü anda öfke içinde patladı.

"Neden?! Neden hepiniz bana öyle bakıyorsunuz?! Ölmeye o kadar yaklaştıktan sonra canlı olarak dönmeme sevinmediniz mi? Neden bana boş boş bakıyorsunuz? Neden?! Ben senin doğurduğun oğlunum! Bu aileye doğmak benim seçimim değildi. Yani neden bana bir yabancıymışım gibi o bakışları atıyorsunuz?!"































































Ailesi sessiz kalmıştı.

Bir kere daha Cein bu evde yeri olmadığını öğrenmişti. Buraya geri dönmesini isteyen biri olmadığını biliyordu. 

O anda yalnızlık ve acıyla doldu taştı. Kaplan onu canlı canlı yutmuştu ama ailesi ve yuvası onu dipsiz bir yalnızlığa sürüklemişti.

Daha sonra hızla odasına yöneldi ve gözyaşlarına boğuldu. Bir süre sonra annesi girdi odaya. Durumu açıklarken yatağın uzağında duruyordu.

"Seni sevmediğimizden değil..."

Cein bu apaçık yalana karşılık verme isteğini bastırdı. 

"Ben... Biz... Sadece biraz korkmuştuk... Senin için... Cein, ne olduğunu hatırlamıyor musun?"

Annesi, Cein çocukken ne olduğunu anlatmaya başladı.

Diğer normal bebekler gibi anne ya da baba demek yerine Cein, henüz küçükken garip şeyler mırıldanmaya başlamıştı.

"Senin kim olduğunu hiç bilmiyor gibiydik. Yetişkin bir insan gibiydin. Kaplanlar hakkında konuşmaya başladın..."

Annesine göre Cein bir yaşını biraz geçtikten sonra kaplanlarla ilgili konuşmaya başlamıştı. Bir bebek gibi değil de bir yetişkin gibiydi. Kaplanlara ne olduğunu, tehlikeli oldukları için onlardan uzak durmaları gerektiğini ve dünyada huzurun yalnızca kaplanlar yeryüzünden silinince sağlanacağını sorar dururdu ailesine. 

Anlattıklarını dinleyince Cein gerçekten garip olduğunu düşündü. 

"Ve kaplanlar da gerçekten gün yüzüne çıkmaya başlamıştı."

Söylediği her şeyin gerçekten yaşandığını görünce korktuğunu defalarca kez söyledi ve Cein'den özür dileyip durdu.

Yine de bunca yıldır acı çeken Cein için özür bir şey ifade etmemişti. 

Üstelik annesi sanki ondan korkuyormuş gibi aradaki mesafeyi koruyordu. Cein bir kez daha anladı ki bu evde kendisine yer yoktu. Burada onun bir yeri yoktu.

Varlığı, ailesi için sadece korku demekti. Burada kalmak onu sadece daha büyük bir yalnızlık ve depresyona sürükleyecekti.

"Bu yüzden gittim. O zaman kendimi bunu tutar halde buldum." Cein sonunda hikâyesini bitirmişti.

"Yani demek istediğin... Bir kaplan seni yuttu, içinden süper kahramanvari bir şey çıktı ve sen de bu sayede kaplanın midesini yırtıp oradan kaçtın. Ve sonra elinde kaplanın kaşını tuttuğunu fark ettin. Doğru mu anlamışım?"

Hikayeyi dinlerken kafasının karıştığı yüzündeki ifadeden okunan Dogeon, Cein'in anlattıklarını özetledi.

"Yani, öyle bir şey." diyerek doğruladı Cein. "Savaş ganimeti gibi bir şey yani."

Zeha'nın gece boyu suçluluk duygusu ile dolu olan gözleri kaşı incelerken merakla parlamaya başlamıştı.

Cein gergin bir şekilde boğazını temizledi.

Evet, işte önemli kısım geliyor.

"Sadece bir ganimet olduğunu söyleyemem... Bu kaş bana bazı şeyler gösteriyor."

Cein, onu kaşına yaklaştırdığında, insanların geçmişlerini görebildiğini açıkladı. 

Beklediği gibi herkes şüphe ile yaklaştı. 

Onu ciddiye alan tek kişi Haru'ydu. Ama Cein, Haru'nun her zaman ciddi ve sert durduğunu ve bazen de tuhaf davrandığını biliyordu.

Bu yüzden Haru'nun ona inanmış gözükmesi Cein'i pek de rahatlatmadı. 

"Geçmiş yaşamlar mı? Olamaz öyle bir şey..." Dogeon'un sesi şüpheli çıkmıştı. 

"Ciddiyim Dogeon. İnanmıyorsan kendin için deneyebilirsin."

Cein kaşı Dogeon'a doğru uzattınca Dogeon anında alıp kaşına tuttu. Cein nefesini tutmuş Dogeon'un şaşırmasını bekliyordu.

Sonunda Dogeon'un gözleri kocaman açıldı.

"Ah... Ah, evet! Bir şey görüyorum."

"Değil mi? Söylemiştim!" dedi Cein heyecanla.

"Cein, sen geçmiş yaşamında bir prensesmişsin." diye açıkladı Dogeon.

Cein can sıkıntısıyla kaşı Dogeon'un elinden çekip aldı ve ona dik dik baktı.

"Bana güvenmiyorsun, öyle değil mi?" dedi Cein dargınlıkla.

"Güvenemem çünkü hiçbir şey görmüyorum. Al Zeha, sen dene."

Zeha elini uzattı. Fakat Cein, kaşı ona vermeyi reddetti.

"Bırak gitsin. Dalga geçeceksin zaten, biliyorum. Pazardaki satıcı sizi dolandırırken size yardım etmiştim ama şimdi şu halinize bakın. Sözüme güvenmiyorsunuz bile-"

"Senin geçmiş yaşamın ne?" diye sözünü kesti Haru.

"Bilmiyorum…" diye bir an sonra farklı bir ses tonuyla cevap verdi Cein.

"Söyle bana, sevgili evladım. Geçmiş yaşamının ne olduğunu bilmem gerekiyor." diye üsteledi Haru.

"Zaten bana inanmıyorsunuz, yani geçmiş yaşamımın ne olduğunu söylesem yine inanmayacağınız çok belli. Gülünç olduğumu düşünürsünüz."

Kaşı kavrarken kendi kendine mırıldandı Cein. Haru Dogeon'a dik dik baktı.

"Bak, çocuğun duygularını nasıl da incittin! Hemen şu an özür dile!" diye talep etti Haru.

Cein kızardı.

"Hayır, beni incitmedi. Ve bana çocuk demeyi bırak artık. Asıl çocuk gibi görünen sensin."

"Binlerce, on binlerce ve milyarlarca yıldır yaşıyorum ben."

Cein kaygıyla Haru'ya baktı fakat o aldırış etmedi.

Haru'da tuhaf bir şeyler var.

Cein Zeha'ya döndü, Haru ile en çok vakit geçiren oydu. Zeha'ya sözsüz olarak Haru'nun aklının başında olup olmadığını soruyordu. Zeha sadece omuz silkti.

"O yalnızca birazcık… şapşal, eğer doğru kelime buysa. Her neyse, evet, geçmiş yaşamın ne?" diye sordu Zeha.

"Zaten bana inanmayacaksınız, neden size söyleme zahmetine katlanayım ki?" diye sertçe cevapladı Cein.

"Aslında düşününce," diye birden araya girdi Jooan, "şu an yaşanan her şey, bir sene önce olsa asla inanmayacağımız şeyler. Eğer geçen yıl biri bize kaplanların insanları yiyip öldürmeye geleceğini ve özel güçleri olan kaplan avcılarının ortaya çıkacağını söyleseydi… sizce bu anlatılanlara inanır mıydık?"

Hosu başını salladı.

"Hayır. Ben asla yutmazdım. Bütün bir kaplanı yiyip de sonra onlar gibi bir canavara dönüşme düşüncesi fazla zorlama olurdu."

"Haklısın. Biri bana babamın bir kaplan olduğunu söylese ben de inanmazdım." diye ona katıldı Zeha.

Tekrar Cein'e sordu.

"Evet, anlat bakalım. Geçmiş yaşamın ne?"

Cein inatçılık etmeyi bırakmaya karar verdi.

Er ya da geç bu sorunla ilgilenmeleri gerekiyordu. 

Konu, yedisinin de aynı geçmiş yaşamı paylaşmalarıydı.

"Pekala. Bir adam var. Ama insan değil. Biraz… farklı. Kulakları, gözleri ve vücudu…"

"Kaplan gibi mi?" diye sordu Jooan.

"Sanırım biraz kaplana benziyor… Ama daha çok… ayıya benziyor derdim. İkisinin karışımı galiba."

"Ayı mı?" diye merakla sordu Zeha.

"Evet, ayı. Daha çok ayıya benziyordu. İşte bu dünyada bir kaplan ve bir de ayı kabilesi vardı. Başkaları da vardı fakat bu ikisi en büyük kabilelerdi. Sanırım gördüğüm adam melezdi, ayı ve kaplan kabilelerinden."

Haru, Cein'in anlattıklarını dinlerken kaşlarını çattı. Cein devam etti.

"O adam benim. O melez adam. Bundan sonra ondan birinci kişi bakış açısıyla bahsedeceğim. Bir kaplana çok yakın duruyordum. Koyu renk kürklüydü ve şık görünüyordu. Her neyse, bu kaplan bana seslendi…"


"Tabae."

 

"Tabaeee!"

 

Hupo yatağında aniden doğruldu. Ancak gözlerinin önündeki tavanı algılayınca gördüklerinin bir kabus olduğunu anlayabildi. O olaydan beri her gece aynısını görüyordu.

 

Artık Tabae'den nefret etmeyi bırakmayı ne kadar istese de, süregelen kabuslar yüzünden bunu yapamıyordu. Bu nefreti sonlandırmasının tek yolu kabusların yok olmasıydı.

 

"O zavallı melez..."

 

Herkes ona melez diyordu ama Hupo yine de onu severdi. Dürüst ve güvenilirdi. Bir bakıma saf bir yönü de vardı.

 

"Evet... dürüsttü. Ya da ben öyle sanmışım. Asıl saf olanın ben olduğunu kim bilebilirdi..."

 

Hupo Tabae'ye güvenmişti. Kaplan ve ayı kabileleri melez olduğu için Tabae'yi küçük görüyordu fakat Hupo ondaki kuvvet ve azmi görmüştü. Ve böylece Hupo, ikisinin beraber çalışarak ülkeyi güçlü hale getirip barışı sağlayarak gelecek nesillere iyi bir miras bırakabileceklerine inanma hatasına düşmüştü.

 

"Efendim, bir melezle arkadaşlık etmenin hiçbir iyi yanı yoktur."

 

Hupo'nun emrindekiler efendilerinin, Sinsi'nin koruyucusunun, Tabae ile iyi geçinmesinden hoşlanmıyordu.

 

"Melezler diğerlerini sırtlarından bıçaklamalarıyla ünlüdür. Ayrıca, görünüşe bakılırsa daha çok ayı kanına sahip, çünkü ayı kabilesiyle iyi ilişkiler kurmak istiyor."

 

"O haklı, efendim. Bir dolaplar çeviriyorlar ve bununla ilgili içimde kötü bir his var."

 

Kaplanlar ve ayılar, hem dost hem de rakiplerdi.

 

Rekabet ciddi bir şey değildi. Hangisinin daha güçlü olduğu üzerine yapılan çocukça bir mücadele gibiydi. Ancak bu sağlıklı, hafif mücadele günden güne garip bir hal alıyordu. Bu, Hupo'nun gözünden kaçmıyordu elbette. Yine de Tabae'ye güveniyordu.

 

Hiçbir şekilde kendisine, Tabae'nin çok sevdiği Sinsi'nin koruyucusuna, bir zarar vermeyeceğine inanıyordu.

 

Fakat güveni boşa çıktı.

 

Hupo'nun bilmediği şey, Tabae'nin Sinsi'ye hayal edebileceğinden de fazla takmış olduğu ve hiçbir şey için kesin denilemeyeceğiydi.

 

"Tabae..."

 

Hupo, güvenilir dostunun sırf ülkeyi ele geçirmek için kaplanları katledeceğini bilmiyordu.

 

"Sana güvenmiştim!"

 

Gözlerini her kapadığında Tabae'nin Sinsi'de barışı sağlamayı teklif ederkenki o iyicil gülümsemesini görüyordu.

 

"Hupo, sen Sinsi'nin koruyucusu olmayı hak etmiyorsun."

 

Bunlar, savaş ayıların lehine sonuçlanırken Tabae'nin Hupo'ya söylediği sözlerdi. Tabae daha sonra siyah kılıcını Hupo'nun boynuna götürmüştü.

 

O ana kadar Hupo, Tabae'nin gözlerinde parıldayan düşmanlığı anlayamamıştı. Bir zamanlar nazik ve sıcaklardı.

 

Arkasındaki ayılar, bütün kaplan kabilesini yer yüzünden silmesi için Tabae'yi kışkırtıp ona bağırıyorlardı.

 

O sırada dünyanın merkezinde bir şey patlak verdi ve Hupo'yla diğer kaplanlara kaçmaları için bir anlık fırsat tanıdı. Tabae yüzünü patlamaya çevirince hepsi Inwang Dağı'ndaki Kaplan Kayası'nın arkasına kaçıştı.

 

Hupo bölgeyi kuşatan tuhaf bir enerji olduğunu biliyordu. Herkes bu gizemli dünyada saklanacak yer ararken o, kalan son kuvvetiyle etrafı kolaçan etti.

 

Kendilerini toparlayıp geri saldırmayı ve intikamlarını almayı planlıyorlardı. Fakat bilmedikleri bir şey vardı. Ayılar, Kaplan Kayası etrafında bir bariyer oluşturup onu mühürleyerek kaplanları gölgeler diyarında yıllar boyu sürecek ızdıraba mahkum bırakacaktı.

 

"Ne kadar adice..."

 

Ona göre tüm bu yaptıkları gereksizdi, Sinsi'yi ele geçirmeyi ne kadar dehşetle istiyor olsalar bile.

 

Suçsuz ve masum kaplanları onca berbat yıla mahkum etmeleriyse çok daha gereksizdi.

 

Hupo işte bu şekilde nefret eder olmuştu; Tabae'den, ayılardan ve onların soyundan gelen insanlardan.



DEVAM EDECEK…



_____________________

Orijinal Kaynak: HYBE_STORIES

Türkçe Çeviri: glow, lumi, starshine @ BTSTurkey

Kontrol: glow, lumi @ BTSTurkey

Çeviriyi almak ve başka bir yerde paylaşmak YASAKTIR.


Yorumlar