Duyuru

Hoş Geldin ARMY

Bildirim
Ekip alımları devam etmektedir.

- [14. Bölüm] 7FATES: CHAKHO (Türkçe Çeviri)

Tüm Bölümler

 

14. Neden Biz?




Cein, bir şey tarafından sürükleniyormuş gibi Zeha ve diğerlerini takip etmeye başladı. 


Neydi o... Biraz önceki? Garip bir şey mi gördüm?


Cein elindeki kaplanın kaşını sıkıca kavradı.


Nasıl aynı olabilir?


Dikkatlice Zeha’yı, Dogeon’u, Jooan’ı ve Haru'yu inceledi. Hiçbiri bir diğerine benzemiyordu. Satıcıları kontrol ediyor ve silah almak ister gibi duruyorlardı. Aralarında sohbet ediyor ve kahkahalara boğulmadan önce kendi aralarında şakalaşıyorlardı. Işıltıları, bu gürültülü ve karmaşık ortama sert bir zıtlık oluşturuyordu. 

Cein aceleyle yüreğinde bir nedenle oluşan kıskançlıktan kurtuldu. Başkaları tarafından sevilmeye ve değer görmeye dair duyduğu özlemi kabullenmiyor, ona karşı koyuyordu. 


Cein, avucunda duran kaplan kaşına bakarken kaşlarını çattı. Gri tellerin üzerinde koyu renkli çizgiler vardı. Bir nedenle, neredeyse hayatına mâl olan olaydan sonra kendine geldiğinde o kaşı elinde bulmuştu. 


Bozuk mu bu?


Kaplan kaşının özel bir gücü vardı. İnsanların geçmiş yaşamlarını gösteriyordu.  Cein'in tek yapması gereken gri kıl yumağını kendi kaşına götürmekti. İnsanların geçmiş yaşamlarını bir film, hayır, bir hologram gibi gözünün önüne getiriyordu. 


Cein ilk denediğinde delirdiğini sanmıştı. Bunun, ölüme yakın yaşadığı tecrübenin neden olduğu travma sonrası ortaya çıktığını düşünüyordu. Kaş, insanların geçmiş yaşamlarından çeşitli klipler gösteriyordu. 


"Majesteleri, lütfen huzursuz ruhunuzdaki rahatlığa yeniden kavuşun."


Cein bir defasında kralın önünde eğilen bir devlet görevlisi görmüştü.


"Hayır, kızım olmaz. Hayır, lütfen."


Başka bir keresinde Cein, dağ eşkıyalarının ele geçirdiği kızı için ümitsizce yakınan bir çiftçi görmüştü.

Bir prensesinkine ve bir de köleninkine; savaş alanında bir savaşçıya da şahit olmuştu. Cein, bunların insanların geçmiş yaşamlarından kesitler olduğunu daha birkaç gün önce fark etmişti. 


Sanırım bu kıl yumağının insanların geçmişlerini göstermeyi bana bahşettiğine inanmak, delirdiğimi düşünmekten daha iyidir.


Bu çıkarımdan sonra huzura kavuşmuştu Cein. O zamandan beri kaş, kendisini neredeyse öldüren kaplanların yakıp yıktığı bu dünyadan bir kaçış olmuştu onun için. Kaşın ona sağladığı mercekten insanların geçmiş yaşamlarını inceleyebiliyor ve bu yaşamlar arasında yolculuk yapabiliyordu. Dünyanın dehşetinden bir kaçış yoluydu bu onun için. Geçmişte yaşayan bu insanların yaşamlarını izlemek tıpkı bir film seyretmek gibiydi. 


Normal görünümlü orta yaşlı bir adam, dünyayı fetheden bir kral oluveriyordu. Alkole batmış bir adam bir zamanlar kralın gönlünü kazanmış bir güzellikti. Annesinden azar yiyen bir çocuk gün geliyor kendi doğurduğu 5 çocuğu tek başına büyüten güçlü bir kadına dönüşüyordu.

Cein bu geçmiş hayatların hikayelerinden teselli bulabiliyordu. Bir gün kendi geçmiş hayatını da öğrenmek için can atıyordu. Cein, bir kaplan tarafından saldırıya uğradığı zaman gözlerinin önünde canlanan o kesiti hatırladı.


O benim geçmiş hayatım mıydı? Gerçi net hatırlayamıyorum ama. Belki de bu, tamamını görmeme yardımcı olur.


Böylece aynanın karşısına geçip kaplanın kaşını kendi kaşına götürdü.


"Ben öne geçerim."


Cein bunu görmüştü.


"Kaplanı bu kılıçla katledeceğim."


Adamın elinde siyah bir kılıç tutarak cesurca bunları söylediğini gördü. Adamın sıkı, kaslı bir yapısı vardı ve atik ve çevik görünüyordu. Kahverengi gözleri bir yırtıcı gibi parlarken kül rengi saçları omuzlarına hafifçe dokunuyordu. Bir ayı gibi yuvarlak kulakları ve bir kaplan gibi keskin gözleri vardı. Cein, onun bir insan olup olmadığını anlayamamıştı. Her nasılsa o cesur sözleri söylerken gözlerinden belli belirsiz bir hüzün geçmişti.

Ve şimdi Cein o adamı pazarda Zeha ve ekibine bakarken yine görüyordu.


Her nasıl bir gizemse, hepsi Cein'le aynı geçmiş hayatı paylaşıyor gibiydi.


Cein'in kaşın bozuk olup olmadığını sormasının sebebi de buydu.


İnsanların geçmiş hayatlarının aynı olmasına imkan yok. Bu şey bozulmuş olmalı.


Cein bir kez daha baktı, bir değişiklik yoktu.

Dördünde de aynı adam.

Darmadağınık kül rengi saçlı ve geniş omuzlu o adam. Kahverengi gözleri koyu kaşlarının altına sokulmuş, etrafa hüzünlü bir hava yayan o adam.

Cein emin olmak için kafasını çevirip yoldan geçen başka birine baktı.


"Nereye gidiyorsun? Beni bırakmaaa."


Savaşa giden bir adamın ayaklarına kapanmış ağlayan bir kız.


Düzgün çalışıyor…


Bir kez daha Cein, Zeha ve diğerlerine baktı. Hala aynıydı.


Neler oluyor? Benimle aynı geçmiş hayatı paylaştıklarını mı söylemeye çalışıyorsun? Bu nasıl mümkün olabilir? Yoksa… Aklımı mı kaçırıyorum? Hayal görüyorum. Ya bunların hepsi kafamın içindeyse ve aslında geçmiş hayat diye bir şey yoksa?


Onlara bir kez daha bakınca birbirlerine bu kadar yakın görünmelerini kıskanmadan edemedi Cein. Kabul etmek istemese de gruplarının bir parçası olmak için can atıyordu.


Cein, bu hissettiklerinin onların kendisiyle aynı geçmiş hayatı paylaştıklarını görmesinin sebebi olduğu sonucuna vardı. Cein, içlerinden biri olduğuna inanmak için aynı geçmiş hayatı onlara yansıttığına kendini ikna etti. Daha uygun başka bir şey olamazdı.


Evet. Geçmiş hayatmış, hadi oradan! Böyle bir şeyin gerçek olması imkansız!


Cein, tam da kaplanın kaşını can sıkıntısıyla yere fırlatacakken aniden fikrini değiştirdi.


Hayır. Ama o kadar gerçeklerdi ki… Onları hayal gücüm olarak görmezden gelemeyecek kadar çok ayrıntı vardı. Ben yaratıcı bir insan değilim ve tarihte de berbatım.


Bu kesitler Cein'in pek çok kıyafet, davranış, saç şekli ve binayı ilk görüşüydü.


Hayır, bu gerçek. Yani sahte olması mümkün değil, özellikle de bunu, o olaydan sonra bulmuşken. Aynen, yani şu an kaplanlar etrafta insanları öldürüyor. Bunun gibi şeylerin gerçek olması olağan dışı değil ki.


Cein'in geçmiş hayatında kül rengi saçları vardı.


Diğer dördünün de geçmiş hayatlarında saçları kül rengindeydi. Cein sebebini bilmiyordu ama her nedense onlarla aynı geçmiş hayatı paylaşma fikrinden hoşlanmıyor değildi.

Cein, daha önce hiçbir yere tamamen ait olduğunu hissetmemişti. Ailesi için bile durum böyleydi. Hep sanki başka bir dünyada yaşıyormuş gibiydi. Bu yüzden diğerlerinin onunla aynı geçmişi paylaştığını bilmek rahatlatıcıydı. Cein, bir defalığına bir yere ait olduğunu hissetti.


Teşhirdeki silahlar fena halde pahalıydı. Zeha, 1,2 milyar won için nasıl sevinçten havalara uçtuğunu hatırlayınca utandı.


“Bu, normal bir silah için fazla pahalı değil mi?” 


Dogeon silahı test ederken kendi kendine söylendi.


Bu, satıcının yüzünü ekşiterek sertçe yanıt vermesine neden olmuştu.


“O zaman satın alma, bu kadar basit. Son günlerde bir silah almanın ne kadar zor olduğu hakkında bir fikrin var mı? Bugünlerde yüzlerce avcının toplandığını görebilirsiniz ama silahlar oldukça nadir. Bu sadece bir arz-talep dengesi.”


“Peki ya kılıç?” Zeha sordu.


Satıcı Zeha ile dalga geçti.


“Kılıç mı? Ah, anlıyorum. Sen bir kılıç ustasısın. Sana bir şey sorayım. Kılıçla bir kaplan öldürebileceğini düşünüyor musun? Kaplanlar o kadar çabuk ve hızlıdır ki onları zar zor yakalayabilirsiniz. Senin gibi onu yanında taşıyan insanlar var ama bu sadece bir ihtimal için. Hiç kimse ana silah olarak onu kullanmıyor. Tabancalar ana silah olarak tercih ediliyor, benden söylemesi. Eğer yaşamak istiyorsan, bir tabanca al.”


O an satıcı, teşhirdeki tabancalardan birini aldı. 


“Bu. Yetenekli bir zanaatkar tarafından yapıldı. İyi bir tutuşu ve nişan alması var. Anlayacağınız üzere, hayatımda daha önce hiç, bir silah ateşlemedim. Ama bununla uzaktan bir bira kutusunu vurabildim. Eminim biliyorsunuzdur. Bugünlerde silahlar gizemli güçlerle geliyor. Bu da onlardan biri.”


Satıcı, Dogeon'un ilgisini çekmişti. Bu yüzden silahı eline aldı. Dogeon silahı inceliyordu ve tam parmağını tetiğe koyup ateşleyecekken satıcı hızlıca onu bileğinden tuttu. 


“Hayır. Önce ödemeyi yapman lazım.”


“Şimdi ucuz davranıyorsun.” 


“Zor bir dünyada yaşıyoruz. Ne demek istediğimi anlarsın, öyle değil mi?”


Dogeon, tabancayı geri verirken buruk bir şekilde gülümsedi. Zeha ona fısıldadı. 


“Dogeon, gerçekten o kadar iyi mi? Tutuşu nasıl?”


“Kesin olarak bilmem için ateşlemem lazım ama tutuşu oldukça iyi. Göründüğünden daha hafif.”


“O zaman sen-"


“Hayır, benim silahım bekleyebilir. Bunu kullanabilirim.”


Dogeon, Jooan'a işaret ederken belindeki kılıfta duran tabancaya hafifçe vurdu.


“Önce o bir tane almalı.”


Jooan teşhirdeki silahlara kederli bir şekilde bakıyordu. Karanlık gözleri tabancaların üzerindeyken o, başka bir şey görüyordu. 


Bu silahlar bende olsaydı, seni kurtarabilir miydim? 


Daha güçlü olur muydum..?


Görüşü bulanıklaşmasına rağmen, Jooan'a kocaman gülümsedi. 


Özür dilerim... Ama ilk ben ayrılıyor olacağım... 


Jooan da ölmeden önce onun gördüğü son şeyin bu olmasını isteyerek gülümsedi. Onun huzur içinde ölmesini istedi.


Kalbi milyonlarca ufak parçaya ayrılmış gibi hissetti. 

Her nasılsa, Jooan yine de gülümsedi.

Neden sen?

Neden ben?

Neden biz?

Neden o saatte o günde oradaydık?


Jooan kendini sayısız kez sorguladı ancak yine de bir cevabı yoktu. 

Sonuç olarak, o da artık yoktu. Ve Jooan’ın dünyası başına yıkılmıştı. Dünyanın, onsuz bir şekilde nasıl olacağını umursamadı. 

Kaplanların saldırıp istedikleri kadar insanı öldüreceğini umursamadı. 


Aslında, keşke biz de diğer çiftler gibi olsaydık.


Ama Jooan öyle ve umursamaz biçimde duramadı. O da bunu istemezdi. 

İyi bir hayat yaşayacaksın, değil mi? Değil mi..? Öyle yapacağına söz ver… Bensiz olsa bile… Tamam mı..? 


Bu, onun ölüm döşeğindeki isteğiydi.

Ve böylece Jooan yaşamaya devam etmeye karar verdi. 


“Jooan.” 


Jooan, Zeha’nın seslenişiyle dalgınlığına bir son verdi. Gözlerini yavaşça kapatıp açtı. O anda, köşedeki bir şey dikkatini çekmişti. Jooan ona doğru döndü. 


Uzun bir mızraktı.


Jooan, nedenini bilmese de kendini o eski mızrağa çekilmiş hissetti. Tam o anda zihninde, bir kadının açık renk saçları havada uçuşurken uzun mızrağı eline alıp kullanışı zihninde canlandı. 


Narae. 


Artık cevap veremeyeceği ismi hatırlarken Jooan, mızrağı tuttu. 


Jooan. 


Kadının ona seslenişini duymuş gibiydi. Onun için kalan son gücü, silahla yankılanmış gibi içinde aksetti.

Av sırasında uzunluğunun ve ağırlığının dezavantaj olacağını bilse de Jooan, mızrağa aklını koymuştu. 


“Bunu kullanacağım.”


Herkes bunun hızlı kaplanlarla savaşmak için en iyisi olmadığını biliyordu. Ama hepsi, Jooan’ın silaha karşı yaslı bakışlarındaki kararlı titremeyi gördüğü için hiçbiri öne çıkıp fikrini değiştirmeye çalışmadı.


“Ah, o. Pekala. Nefis bir silahtır,” diye belirtti satıcı, ortamdaki havayı asla sezemeden.

Satıcı, silah yer kapladığı için sadece bir an önce ondan kurtulmak istiyordu. 


“Elin, tutuş kısmına tam uyuyor, değil mi? Ayrıca uzunluğuna göre de oldukça hafiftir. Birçok insan böyle bir mızrak almak istiyor ama elimize çok nadiren geçer. Keşke daha fazlası geçse. Ama pekala. Size özel bir indirim yapayım. 1,5 milyar wona sizindir.”


 

DEVAM EDECEK…



_____________________________________

Orijinal Kaynak: HYBE_STORIES

Türkçe Çeviri: starshine, glow, lumi, Kıleyır @ BTSTurkey

Kontrol: fataeful @ BTSTurkey

Çeviriyi almak ve başka bir yerde paylaşmak YASAKTIR.

Yorumlar