7Fates - [13. Bölüm] 7FATES: CHAKHO (Türkçe Çeviri)
13. Hazırlanmak
"Hala buradasın. İyi." dedi Haru Jooan'a ve sonra Zeha ile Dogeon'a döndü.
"Üslerine giden yolu buldum." diye ekledi.
"Nerede?"
Jooan ve Dogeon anında öğrenmek istediler.
"Size anlatmayacağım."
Haru anlatmayı reddedince Dogeon memnuniyetsizce burun kıvırdı.
"Anlat bana!"
"Hayır, anlatmıyorum."
Dogeon, Haru'nun yakasına yapıştı.
"Dalga mı geçiyorsun benimle? Hemen anlat bana!"
"Evet, lütfen anlat bize."
Jooan usulca yalvardı. Ama Haru geri adım atmadı ve başını salladı. Zeha'nın elinden utanmaktan başka bir şey gelmiyordu.
Haru'nun nesi var?
"Hey, dalga mı geçiyorsun? Biz şu an oldukça ciddiyiz."
"Ben de öyleyim. Sadece bir düşün Zeha. Yeri söylediğim anda nasıl davranacaklarını zannediyorsun?"
"Şey..."
"Balıklama dalacaklar. Tıpkı ışığa doğru uçan güveler gibi. Oradaki kaplanları yenecek güçleri ve yetenekleri olup olmadığını sorgulamayı bir an bile durup düşünmeyecekler. Haksız mıyım?"
Dogeon, Haru'yu tutan elini gevşetti.
"Güçlüyüm. Gördün beni."
Jooan uysalca karşı çıktı. Ama Haru yine başını salladı.
"Yeterli değil. Konuştuğumuz yer onların üssü. Bu da sadece bir ya da iki kaplana karşı savaşmayacaksın demek. Birden fazla kaplanla savaşabileceğini düşünüyor musun gerçekten? Yanında doğru düzgün bir silah bile yok."
Haru haklıydı.
Jooan da bunun gayet farkındaydı. Ama kaplanları avlamak konusundaki isteğinin üstesinden gelemiyordu.
Bulti'yi mümkün olduğunca çabuk öldürmek istiyordu. Jooan, o kişiye yaptıklarını Bulti'ye ödetmek istiyordu. Jooan, onun kendisine verdiği gücü kullanarak intikamını almayı dört gözle bekliyordu.
"Savaş alanına girmeden önce kendimizi hazırlamalıyız. İntikamın o zamana kadar bekleyebilir."
Bunu söyleyip Jooan ve Dogeon'un göğsüne birer şaplak indirdi Haru.
Jooan, kaplanlardan kâti intikam alma isteğini Haru'nun nereden bildiğini merak etti.
"Sonunda ölürsen intikamın hiçbir anlamı kalmaz."
Kyeongtae gözlerinin önünde olup bitenlere inanamıyordu.
O, o da neydi...?
Lider Dongcheol bir takım oluşturmuş ve Zeha'yı mümkün olan her yola başvurarak ortadan kaldırmak için kendisini görevlendirmişti.
"O, kuruluşumuz için bir tehdit. Seongjin'e ne olduğunu duydun mu?"
"H- Hayır efendim." diye cevap verdi Kyeongtae.
"Kaplanı ilk bulan Seongjin olmasına rağmen, o serseri Seongjin ve diğerlerine saldırmadan önce avı engelledi."
"Yok artık, yapmış olamaz...!
"Aynen, değil mi? Ölmeyi hak ediyor. Bu zaman insanların birleşme zamanı. Ama bu kişi gelmiş iş birliği ve dayanışma ortamını sekteye uğratıyor. İnsanlığa karşı bir tehdit. Onu öldürmeliyiz."
Lider, Zeha'yı yok etmek için mümkün olan her yolu denemesini ve bu süreçte bazı şeylerin feda edilebileceğini Kyeongtae'ye tekrar tekrar söyledi. En önemli şey Zeha'dan kesin olarak kurtulmaktı.
"Öyle alenen yapma. Kaplan avı sırasında ölmüş gibi göster. Yani, bizler katil değiliz sonuçta."
Kyeongtae kendine güveniyordu. Sonuçta eskiden milli judo kuruluşundaki en güçlü judoculardan biriydi.
Zeha, kendisinden daha iri ve uzun olmasına rağmen, fiziksel özelliklerinden çok becerilerinin daha önemli olduğu sonucuna vardı. Kyeongtae, kendisinden daha güçlü düşmanını alt etmek ve zafere ulaşmak için kullanabileceği çeşitli yöntemleri hayal etti. Geçen sefer olanlar, Zeha'nın onu omzundan tutup kolaylıkla savuruşu, sadece şanssızlıktı. Kyeongtae bir saldırıya hiç hazırlıklı değildi.
Üstelik iki kişiye karşı yedi kişilerdi. Haru denen kişi için uğraşmaya gerek yoktu. Sıska ve zayıftı. Bu sebeplere dayanarak Kyeongtae öz güvenini topladı. Ta ki kavgalarına tanık olana kadar.
Nasıl böyle hareket ediyorlar? Neler oluyor?
Kyeongtae, Zeha ve Haru'yu takip ederken Zeha aniden başını kaldırdı ve büyük bir hızla saldırmaya başladı. Zeha o kadar hızlıydı ki Kyeongtae ona hiç ayak uyduramadı.
"Ahhhhh!"
Bir saniye sonra uzaktan yüksek bir çığlık duyuldu. Kyeongtae Zeha'nın o tarafa doğru gittiğini düşündü. Az önce olanlara bir anlam veremiyordu.
Orada bir şeyler olduğunu nereden anladı?
Kyeongtae oraya vardığında kavgaya şahit oldu ve merakı korkuya dönüşmeye başladı. Zeha İki kaplanın karşısında o kadar hızlı hareket ediyordu ki neredeyse görünmezdi.
Tıpkı bir kaplan kadar hızlı.
Pat!
Güm!
Ve güçlü.
Zeha siyah kılıcını bile çok fazla kullanmamıştı. Yumrukları bir silah kadar iyiydi. Ve bir de Haru vardı.
Vın!
Küt!
Haru, Zeha'nın arkasını kolluyordu, kırmızı ipini istediği gibi serbestçe hareket ettiriyordu. Onun kontrolünde uzayıp kısalıyordu.
İp, kaplanı Haru'nun fırlattığı yöne doğru sürükleyebilecek şekilde kaplanın bileğine dolandı.
Şaka yapıyor olmalısın. O gerçekten o kadar güçlü mü..?
Kyeongtae kaplanlarla birkaç defa karşılaştığı için onların ne kadar güçlü olduklarını biliyordu.
Bir yumrukla altüst edilecek veya öyle bir iple sürüklenebilecek kadar zayıf değillerdi.
Kaplan avcıları son birkaç ayda normal insanlardan çok daha güçlü ve dayanıklı olacak şekilde gelişmiş olsalar da, onlar hala insandı.
Ama Zeha ve Haru farklıydı. Bir insanın yeteneklerinin çok ötesinde güçlere sahip gibi görünüyorlardı.
Belki...insan değillerdir. Yoksa insanmış gibi davranan kaplanlar mı?
Kyeongtae, ikisi de yıldırım hızıyla hareket ederken kendini şüphelenmekten alıkoyamadı.
Yerden uçuyordu ve havadayken sanki havayı basamak olarak kullanıyormuş gibi bir yerlere atlıyordu. Tıpkı kaplanların zıplayışına benziyordu.
Küt!
Bir kaplanın başını kestiler.
"Hırrr!"
Diğer kaplan gökyüzüne doğru hırladı. Sanki yardım çağırıyordu. Tam o anda Kyeongtae etrafta dolaşmanın tehlikeli olabileceğini düşündü fakat nedense ayakları yere çakılı kaldı.
İnsan yeteneklerinin sınırlarını aşan birisini gördüğünde insan vücudunun doğal olarak verdiği bir tepkiydi. Kyeongtae tam da o anda bunu yaşıyordu.
Zeha ve Haru'nun nasıl dövüştüğüne hayran kalmıştı.
Vın!
Çok geçmeden diğer kaplanı da indirdiler.
"Üf!"
Zeha öne eğildi ve soluklanmak için ellerini dizlerine koydu. Öte yandan Haru, yıldırım hızıyla zıplayıp uçmasına rağmen herhangi bir yorgunluk belirtisi göstermeden normal bir şekilde nefes alıyordu.
"Gitmeliyiz. Kaplanlar geliyor."
"Evet, gitmeliyiz."
Zeha, Kyeongtae'yi fark ettiğinde kılıcını kınına geri sokuyordu. Gözleri buluştu.
Zeha kim olduğunu anlayınca kaşlarını çattı.
"Ne bakıyorsun? Yine bana söyleyeceğin bir şey mi var?"
Kyeongtae sustu ve başını sertçe salladı. Zeha omzuna vurdu.
"Kaç. Kaplanlar geliyor."
Zeha daha sonra Kyeongtae ve takımını şaşkın bırakarak orayı aceleyle terk etti. Kyeongtae, Zeha'ya ona saygı duyduğunu söyleme ihtiyacı hissetti. Ama bunu yapma dürtüsüne karşı savaştı.
"1,2 milyar won."
Zeha, banka hesabındaki bakiyeyi kontrol ederken kendi kendine mırıldandı.
"Şuna bak Dogeon. Şu sayıya bak. 1,2 milyar, değil mi?"
"Evet, evet. 1,2 milyar."
Dogeon bir çocuğu yatıştırıyormuş gibi cevap verdi.
"Vay canına, hesabımda gerçekten 1,2 milyar won olduğuna inanamıyorum... Bunu paraya falan çevirebilir miyiz? Hadi parayı çekelim, havaya atalım ve üstünde yuvarlanalım. Lütfen?"
"Yok artık Zeha."
Dogeon kıkırdayarak Zeha'nın kafasına hafifçe şaplak attı.
" Ama... 1,2 milyardan bahsediyoruz. Yapmak istemiyor musun? Ya sen Jooan? Sen istiyor musun?"
Jooan, Zeha'nın ne kadar heyecanlı olduğunu görünce gülümsemeden edemedi.
Jooan, o kişi onu terk ettiğinden beri kendini bir uçurumda yürüyormuş gibi hissediyordu. O kadar karanlık ve kirliydi ki, er ya da geç onu yutacağını ve sonunda onu boğarak öldüreceğini düşünüyordu.
Fakat Zeha ve takımının yanında olunca nefes alabiliyordu. Kısa bir süreliğine de olsa sonunda aydınlığa çıktığını hissediyordu.
Genelde huysuz görünen Zeha, ancak banka hesap bakiyesini gördüğünde mutlu olurdu. Jooan bunu sevimli olduğunu düşünüyordu.
Ayrıca, Dogeon ilk başta korkutucu görünüyordu ancak aslında sadık bir arkadaş ve güçlü liderlik becerilerine sahip bilge ve olgun bir birey olduğu ortaya çıkmıştı.
Ait olduğum yer burasıymış gibi hissediyorum.
Jooan neden burada kendini bu kadar rahat hissettiğini merak etti.
Ama burada kalamam. Bitirmem gerekenleri unutamam.
Jooan, o kişinin onu korurken nasıl öldürüldüğünü hatırladı. Son nefesini verdiği an, sanki bir önceki günden taze bir hatıraymış gibi kafasında tekrar tekrar canlandı.
Jooan yumruklarını sıktı.
Bulti, ne olursa olsun seni öldüreceğim... Bu süreçte öleceğim anlamına gelse bile.
Tam o sırada Jooan, Haru'nun Zeha ile konuştuğunu duydu.
"Zeha, paraya da insanlara davrandığımız gibi davranmamız gerektiğine dair eski bir deyişi hiç duymadın mı?"
"'Kağıda davrandığımız gibi' demek istiyorsun. Bilmediğin şeyi alıntılama Haru."
"Gevşeme zamanımız yok. Pazara gidip kendimize birkaç silah alalım."
Hepsi iki gündür kaplanlar için çılgınca ve şiddetli bir avdaydı. İki takıma ayrılmışlardı; Zeha ve Haru, Dogeon ve Jooan. Sonra da her tehlikeli alanı incelemeyi başlamışlardı.
Sonunda da toplamda 1,2 milyar won elde etmişlerdi.
"Onunla iyi bir silah alamayacağız."
Zeha, Dogeon'a kaşlarını çatarak baktı.
"Silahlar bugünlerde neden çok pahalanıyor? Neden? Eskiden çok ucuzlardı."
"Etrafta bunu bir soruşturdum ve görünüşe göre birisi tüm silahları istifliyor. Bu yüzden de bugünlerde tüm silahların stoğu tükeniyor. Şu sıralar yalnızca materyallerin zanaatkarlar tarafından bizzat alınıp yapıldığı silahlar satılıyor. Bu da fiyat artışını açıklıyor."
"O adam da kim? Elini uzattığı her şeyi alarak kar elde edeceğini sanan delice zengin bir adam falan mı?" diye sordu Zeha sinir bozukluğuyla.
"Belki de. Birkaç gün önce buradayken silahım 300 milyon wona satıldı. Tuhaf, değil mi? Benimkinin en iyilerinden bile olmadığını hepiniz biliyorsunuz." diye ekledi Dogeon, elinde silahını döndürürken.
"Her neyse, hepimizin silahı olduğu için Jooan'ın kendisine bir tane seçmesine izin vermeliyiz. Sonrasında paramız kalırsa başka bir şey alırız."
Pazar hala insanlarla dolup taşıyordu. Yalnızca silah ve savunma mekanizmaları satan dükkanlar yoktu. Kırık eşyaları tamir eden tamirciler de vardı. Büyük kalabalığın sebebi de buydu.
İnsanlar buraya eşyalarını başkalarıyla takas etmek için gelebiliyor olsalar da, alan daha çok tezgahlarında silahlarını satan satıcılarla doluydu.
Treylerini dükkanlara dönüştürenler, daha başarılı olanlardı. Kısacası, gürültülü ve düzensiz bir yerdi.
"Her yerdeki avcılar buraya geliyorlar. Bu da, buranın aynı zamanda en tehlikeli yer olabileceği anlamına geliyor. Yani gardınızı indirmeyin." diye uyardı Dogeon.
Doğruydu. Pazar, genelde kavgalara karışan ve bazen sırf başkalarının silahlarını çalmak için insan öldürmüş olan avcıların bir toplanma mekanıydı. Polis, burada gerçekleşen tüm suçlara gözlerini kapamaya karar vermişti.
Yani burası, hukukun sınırlarının dışında kalan şiddetle dolu bir yerdi.
"Jooan, kendin için doğru silahı bulursan bize söyle. Tamam mı?"
"Ama parayı kazanmak için hepimiz sıkı dövüştük. Hepsini sırf kendime bir silah almak için kullanamam." diye belirtti Jooan üzgün biçimde.
"Yani, zaten tam olarak da silah almak istediğimiz için sıkı dövüştük o yüzden sorun yok. Fiyat konusunda endişelenme çünkü ölmeyeceğine emin olmak ondan daha önemli. Sadece doğru olanı bulduğunda bize haber ver, olur mu?"
"Tabii, peki."
Ve böylece, gardlarını bir an bile indirmediklerine emin olarak iyi silahlar için pazarın etrafında bakındılar. Ancak bir yabancının arkalarından onları takip ettiğini fark edememişlerdi.
DEVAM EDECEK…
__________________________
Orijinal Kaynak: HYBE_STORIES
Türkçe Çeviri: starshine, jeeykev, kooknaz, Kıleyır @ BTSTurkey
Kontrol: glow @ BTSTurkey
Çeviriyi almak ve başka bir yerde paylaşmak YASAKTIR.