7Fates - [7. Bölüm] 7FATES: CHAKHO (Türkçe Çeviri)
7. Antik Çağ'ın Kılıcı
Zeha'nın yanlış yorumlaması Haru'yu yıldırdı. Sinir bozukluğundan kafasını sallamasına engel olamadı.
"Hayır, kadın değil. O şeyi... Görmedin mi? Tekrar izleyebilir miyiz?"
"Bence daha sonra internetten bakabiliriz."
"Peki. Bekleyelim."
Ve beklediler.
İkisi karşı karşıya oturmuş ve tek kelime etmeden telefonlarına bakıyorlardı.
"Ah... Bu biraz tuhaf değil mi?"
"Şş."
"Konuşursak yeniden gösterimi kaçıracak falan da değiliz."
"Sevgili evladım, bütün gücüyle cıvıldayan hareketli yavru bir kuş gibisin."
"Hey, ben ne zamandan beri-"
"Şş."
Zeha, Haru'nun kararlılığına içten içe sızlanırken sonunda vazgeçip sustu.
İyi. Bundan böyle tek bir kelime dahi etmeyeceğim.
Ve böylelikle, Zeha dudaklarını büzdü, poposunu sıktı ve sessizlik dayanılmaz bir hale gelene dek parmaklarıyla hafifçe tıklatma sesi çıkardı. Çok geçmeden sessizliği bozdu.
"Ne halt almamız gerekiyor olabilir ki?"
"Emin olamam. Ama, bir şey."
Haru'nun kendisi de ne olduğunu çok iyi bilmiyor gibiydi.
"Bekleyip bir kez daha görelim. O zaman emin olacağım."
Haru, kaçırdıkları haberin tekrar görünmesi için sayfayı defalarca kez yenilemek zorunda kaldı. 5. Bölge'deki bir müzede gerçekleşmiş bir cinayet vakası hakkındaydı. Altı turist ve yedi çalışan ölmüştü.
Zeha biraz şaşırmış hissetti. Artık kaplanların insanları öldürmesinin pek haber değeri olmadığını varsaymıştı. Haber olmasının sebebinin ölü sayısının fazlalığı olması gerektiği sonucuna ulaştı.
O anda, haberlerde müzenin içi hakkında bir video oynatıldı. Zeha onun bir belgeselden alındığını fark etti.
"İşte bu!"
Zeha hemen durdur tuşuna bastı. Ekran, tarihi silah ve savunma teçhizatlarını gösterdi. O anda Haru da elini kaldırıp bir şeye işaret etti. İyice bir bilenmesi gereken bir kılıca işaret ediyordu.
"Buna ihtiyacımız var."
"Bu mu? Neden?"
"Bilmiyorum. Onu elde etmemiz gerektiğine dair güçlü bir hissim var."
Zeha, Haru'yu anlamadı.
Gösterdiği kılıç epey eski ve kırılgan görünüyordu. Sanki ufak bir darbe bile parçalara ayrılmasına yetecekmiş gibiydi.
Şu anki kırık kılıcı bile daha işe yararmış gibi geliyordu. Ama partnerine güvendi. Geçen üç ayda Haru'nun eğitimi, Zeha'yı düzgün bir nefes alış ve diğer dövüş teknikleriyle donatmış ve onu daha önce hayal dahi edemeyeceği bir seviyeye yükseltmişti. Hatta Zeha, bu inanılmaz gelişiminin ardındaki sırra eğitimdense Haru'nun yanında kalmak mı yol açtı diye dahi düşünmüştü.
Yani, bu kadardı. Haru o kılıcı belirlediği için Zeha, ona ihtiyacı olduğuna ikna olmuştu.
Ama...
Nasıl?
O büyük müzede birçok insan öldürülmüştü. Bu da onları öldürenin büyük ihtimalle sadece bir kaplan olmadığı anlamına geliyordu. Orada dolaşan pek çok kaplan olmalıydı. Sakin kalıyor ve etraftaki kurbanlarına saldırmak için medana çıkmayı bekliyor olabilirlerdi.
Ayrıca, kılıç şehre aitti.
Öylece alabilir miydim? Ya bir alarm çalarsa?
"Hadi gidelim Zeha." diyerek harekete geçti Haru, Zeha'nın kalbindeki iç çatışmadan habersizce.
"Bekle, ihtiyacımız olduğuna emin misin? Biliyorsun, yakalanırsak parmaklıkların arkasında buluruz kendimizi."
"O, bize ait."
"Ne? Şey, bilirsin, istediğimiz her şey bizim olamaz."
"Ama o bize ait."
"Haru, işlerin biz insanlar arasında nasıl yürüdüğünü gerçekten öğrenmen-"
"Bununla ne ilgisi var şimdi?"
Haru birden kesmişti sözünü. Bakışları buz kesti.
"Kaplanlar burada. Henüz en güçlü hallerinde bile değiller. Enerjilerini hala kendi dünyalarından alıyorlar büyük ihtimalle. Ya onların dünyasına çıkan geçit tamamen açılır da güçlerini artırırsa ne olacak? Ondan sonra ne olacağını düşünüyorsun?"
En güçlü hallerinde bile değiller mi? Yok artık.
Haru'nun sözleri Zeha'nın omurgasından aşağı bir ürperme inmesine neden oldu.
Kaplanlar şu an dehşet verici şekilde güçlüydü zaten. O kadar güçlülerdi ki sayıca ezici üstünlüğe sahip olmalarına rağmen insanlar rağmen her gün öldürülüyordu. Bölgeler de birer birer yok ediliyordu.
"Zeha, alt düzeyde bir kaplana zar zor karşı gelebiliyorsun. Bu kaplan avcıları da sadece tek bir kaplana karşı koymak için bir araya gelip gruplaşıyorlar. Herhangi birinin orta düzey ya da daha üstünü yakalamayı daha önce başarabildiğini gerçekten düşünüyor musun?"
"Orta düzey kaplan mı...? O zaman yüksek düzey kaplanlar olduğunu da mı söylüyorsun?"
"Senin karşılaştığın Hupo ve ona yakın üyeler."
"Neden... bunu bana şimdi söylüyorsun?"
"Çünkü..."
Haru kaşlarını çattı.
"Hafızam tam olarak yerine gelmedi. Ama emin olduğum bir şey var ki..."
Telefon ekranındaki siyah kılıca baktı.
"Bu kılıcı gördüğüm anda hafızamın bir kısmı yerine geldi. Ve diyebilirim ki biz, hayır, yani sen onu ellerinde tutmalısın."
Zeha yüzünü maskeyle kapatmadan önce siyah bir pilot ceketi giydi ve bir şapka taktı. Müzenin her yerinde kameralar vardı. Tanınmayacağından emin olması gerekiyordu. Haru da Zeha'nın bir ikinci el mağazasından aldığı aynı şeyleri giyerek prosedürü takip ediyordu.
"Neden o bağlama halatını saklamıyorsun?"
"Gereğinden fazla endişeleniyorsun. Çok endişesi olan insan büyük şeyler başaramaz."
"İyi. Büyük şeyler başarmakla ilgilenmiyorum, yani neden onu kıyafetinin altına gizlemiyorsun?"
Haru ceketin altından biraz ucu çıkan halatı ovuşturunca halat kısaldı ve gözden kayboldu.
"Bu tarz kıyafetler giymemize gerek var mı? Hiç rahat değiller."
"Senin büyük beden ve sarkmış kıyafetlerinden iyiler."
"Benim kıyafetlerim gayet rahat, çok sağ ol. Giydiğinde anlayacaksın. Çok havadarlar-"
"Ah, boş ver. Sadece müzede ses çıkarmadığından emin ol. Mümkün olduğunca sessizce girip çalıp çıkmaya çalışalım."
"Kendi adına endişelen."
Zeha Haru'ya hızlı bir bakış atıp müzenin ana girişinden geçmek için eğildi.
Haberleri olmasa da bir grup insan onların gizlice binaya girişini izliyordu. Canavarların ortaya çıkma ihtimaline karşı buraya gelmiş olan Kaplan Kelebeği üyeleriydiler.
"Bu soyguncular hiçbir fırsatı kaçırmıyor."
Seongjin kendi kendine mırıldandı.
"Onlar için tam zamanı. Kaçının ortalıkta avcıymış gibi dolandığını hayal bile edemezsin."
"Ne?"
Seongjin avcı olmaktan gurur duyuyordu. Asıl amacıysa, tabii ki de, paraydı. Fakat insanlara yardım ederek onlardan takdir görmeyi de istiyordu. Kaplan Kelebeği takımından bir avcı olduğunu söylediğinde onu saygı ve şaşkınlık yağmuruna tutuyorlardı.
Hayatının çoğunu internet kafelerde hapsolup video oyunları oynayarak harcadığı dönemde asla görmediği bir şeydi insanların bu hayranlığı.
Kaplanların ortaya çıkışı zayıflar için felaket ve dehşet anlamına geliyordu fakat kargaşa, onun gibi güçlü kuvvetli insanların mekanıydı.
Hatta Seongjin'in kaplanlara minnettar olduğunu söyleyecek kadar ileri gidebilirdiniz.
Ebeveynlerim neler yapabilecek olduğumu asla bilemezlerdi. Beş para etmez erkek kardeşim de aynı şekilde.
Kaplanlar ortaya çıktığından beri avlanmak için doğmuş olanlar beceri ve kabiliyetlerinin günden güne geliştiğini görmeye başlamışlardı. Seongjin de eksik kalmamıştı. O da kendisinin günden güne geliştiğini ve güçlendiğini hissediyordu.
Ama o çocuk...
Zeha'yı hatırladı.
En başta Seongjin Zeha'nın koca bir adamdan, güçlü ama aptal birinden daha fazlası olmadığını düşünmüştü.
Fakat ikinci karşılaşmalarında her şey değişmişti. O kadar güçlüydü ki Seongjin onun daha önce tanıştığıyla aynı kişi olup olmadığını merak etmişti.
Nasıl bu kadar çabuk güçlenebildi? Onda bizden farklı bir şeyler mi var?
Seongjin kafasını salladı.
Hayır, bir numara olmalı. Yani ben de hazırlıksız yakalanmıştım...
"E-Efendim!"
Bu seslenme Seongjin'i düşüncelerinin arasından çıkardı. Karanlık sis binanın girişi etrafında yavaş yavaş toplanmaya başlamıştı.
Yoğun ve kocamandı. Tek bir açıklaması olabilirdi.
"Bir taneden fazlalar."
En az dört taneler. Biz de dört kişiyiz.
Aynı anda dördüne karşı hiçbir şansları olmadığı sonucuna vardı.
Peki ya kaçarsak?
Bu bir şeyi değiştirmez. Bir kaplan avının pençelerinden kaçmasına asla izin vermez. Bizi görmüş olmalılar.
Yakında burada olurlar.
Seongjin bir çözüm bulabilmek için beynini zorladı. Tam o an aklına o iki hırsız geldi. Yüzünde kötücül bir gülümseme oluştu.
Dikkatlerini başka bir yere çekmek avlanmayı daha da kolaylaştıracaktı.
Zeha'nın düşündüğünün aksine burayı koruyan birileri yoktu. Etraf boştu. Şehir bu müzeden vazgeçmiş gibi görünüyordu.
Ne insan ne de kaplan vardı.
Yetkililer sanat eserlerini korumak için sırf canavarlar tarafından yensinler diye daha fazla nöbetçi dikerlerse suçlama yağmuruna tutulacakları sonucuna varmış olmalılardı.
"Burada kimsenin olmaması iyi. Etrafa bakalım ve işe yarar bir şey varsa alalım."
Haru alışveriş merkezinde alışveriş yapıyormuş gibi konuşmuştu.
"Biliyor musun, derler ki arkadaşlarını akıllıca seçmen gerekir."
"Ah, öyle mi? Anlıyorum."
"Şimdi de burada, senin yüzünden bir suçlu olma yolundayım."
"Bir suçlu... Sana kaç kere söyleyeceğim, kılıç bizim."
"Of."
Zeha kafasını sallayıp ikinci kata çıkan merdivenlere yöneldi. Loş bir şekilde aydınlatılmış müze korkutucu bir atmosfer yaratıyordu.
Zeha koridorda yürürken "Antik Çağ" yazan bir tabela buldu. Burası kılıcın bulunduğu yerdi. Ardından odaya girerek sergilere göz gezdirdi ve kılıcın nerede olduğunu hatırlamaya çalıştı.
Biraz aramanın ardından buldu. Uzun kılıç duvarda asılıydı. Kabzasından kınına hatta kınından kılıcın ucuna kadar tümüyle karanlıktı.
Altına "Antik Çağ'ın Kılıcı" yazan bir kart iliştirilmişti.
"Hey, Haru. Bu..."
Zeha, Haru'nun olması gereken yere bakmak için döndü.
Onun yerine Haru uzakta duruyor, duvarda asılı bir şeye bakıyordu. Bu bir yaydı.
Bana gelmem için ısrar etti ve...
"Hey, buraya gel..."
Zeha cümlesini bitiremedi. Aniden bir şeylerin ters gittiğini hissetti. Her neyse bu, omurgasından aşağı bir ürperti yaydı.
Zeha ne olduğunun farkına bile varmadan kolundaki tüyler diken diken olmuştu. Bu daha önce sadece bir kez yaşanmıştı. Tam o anda sanki o da aynı şeyi hissetmiş gibi Haru da elini halatına attı ve sergi girişine dikkatlice baktı.
Ardından kaplan göründü.
DEVAM EDECEK...
_________________________
Orijinal Kaynak: HYBE_STORIES
Türkçe Çeviri: Kıleyır, starshine, glow, earthofmoon @ BTSTurkey
Kontrol: glow, Kıleyır @ BTSTurkey
Çeviriyi almak ve başka bir yerde paylaşmak YASAKTIR.