Duyuru

Hoş Geldin ARMY

Bildirim
Ekip alımları devam etmektedir.

- [5. Bölüm] 7FATES: CHAKHO (Türkçe Çeviri)

Tüm Bölümler

 

5. Tuhaf ve Korkunç Bir Şey



Üç ay geçmişti.

Zeha, Haru'nun sözlerini hafife aldığına pişman olmuştu. Haru'nun eğitim egzersizlerini basit bir egzersiz olarak düşünüp hafife almıştı. Ama bundan daha fazla yanılamazdı. Egzersiz programı, sabahın erken saatlerinde otuz mil uzunluğunda bir yolda koşu, ardından da inanılmaz zor şınav ve squat setlerinden oluşuyordu. Hiç hali kalmamış olsa dahi Haru artık yeter diyene kadar ondan bir sopayı 500 kez sallamasını isterdi.

Ama bu, sadece günlük fiziksel antrenmanlarının sonuydu.

"Şimdi otur ve odaklan. İçindeki gücü bulmak için duyularını sivriltmen gerekiyor."

"Neyden bahsettiğin konusunda hiçbir fikrim yok."

"Dene sadece."

Zeha denedi fakat sonuçta sadece uyuyakalabildi. Bu da Haru'nun, omzunu iple kırbaçlamasına neden oldu.

"Uyuma zamanı değil Zeha. Kaplan avlamak istemiyor musun?"

"Tabii ki istiyorum. Ama bu aptalca. Bunları yaparak güçlenmeyeceğim ki. Demek istediğim, benden çok daha fazla çalışan ama yine de o hayvanları avlayamayan başka kişiler var. Ben onlardan daha iyi değilim."

"Sen özelsin. Bu eğitimle de yeterince güçleneceksin."

Zeha'nın, Haru'nun haklı oluşuna inanmaya başlaması birkaç gün sürdü.

İri cüssesi sayesinde Zeha'nın sıkı çalışması, meyvelerini normalde olduğundan çok daha hızlı bir şekilde veriyordu.

Çok geçmeden birkaç saat süren temel eğitimin süresi kısaldı ve Zeha sopasını günde bin kez sallamayı başardı. Sallama yaparken kullandığı ağaç nihayet ikiye bölündüğünde silahını değiştirmeye karar verdi. Bunu öneren ise Haru'ydu.

"Gördüğün gibi, iyi bir silah bulmak zor olacak. Ayrıca bir tane bulsan bile nişan almada zayıfsın."

Zeha'nın duymak istediği bu değildi fakat Haru haklıydı.

"Kaplan zıplayışını bitirip yere ininceye dek ateş etmediğini fark ettim. Bu şekilde savaşırsan, kılıç senin için daha iyi bir silah olacak."

"Bir kılıç yeterli olacak mı sence? Işık hızıyla hareket ediyorlar."

"Boy avantajın, sana ulaştıkları anda onları itmeni sağlayacaktır. Kılıcını yukarı doğru salladığında bir fırsatın olacak. Ayrıca ben, sana yardım etmek için buradayım."

Zeha, Haru'nun ince vücudunu baştan aşağı süzdü.

Gerçekten bana yardım edecek mi?

Bir silahı varmış gibi dahi görünmüyor. Zeha'nın yüzündeki bu ifadeyi okuyan Haru, Zeha'nın alnına bir fiske vurdu.

"Ne tuhaf bir bakış bu. Neden beni küçümsüyormuşsun gibi hissediyorum?"

"İnsanları okumakta iyisin. Bunu kabul ediyorum. Senin de silaha ihtiyacın yok mu ama?"

"Bu yeterli olacak."

Haru belindeki ipin ucunu tuttu ve hafifçe salladı.

Zeha bu konuda yanılmıştı. Haru onu boynuna ve beline taktığı için, o ipin herhangi bir moda ürünü olduğunu düşünmüştü.

"Ne işe yarar bu? Sen Yisal Kulesi'ne götürebilesin diye yakaladığım kaplanları bağlı mı tutacak?"

Zeha bunu sesinde açık bir şüpheyle dile getirince Haru sırıttı.

Göreceksin.

Haeyoon küçük açıklığa bakarken titriyordu. Hem onu kaçması için uyaran anne babasının çığlıkları hem de diğer odadaki kız kardeşinin ağlama sesi kaybolup gitmişti.

Sezgileri bunun kötüye işaret olduğunu söylüyordu.

Her... Herkes ölmüştü.

Tir tir titriyordu.

Herkes ölmüştü.

Kalbine, üzüntüden ziyade korku hücum etmişti.

Kaplanların ilk görünmesinin üzerinden 3 ay geçmişti. Bu arada kış bitmiş, ilkbaharın ucu gözükmüştü. Bir zamanlar, mevsimler değişince her şeyin normale döneceğine inanıyordu. Ama özellikle eski şehir bölgesinde işler daha da kötüleşiyordu.

Canavarlar kendisinin de yaşadığı 3. Bölge'ye yerleşmişlerdi. İnsanlar sık sık yemek yerken ve uyku saatlerinde kayboluyor ya da ölüyorlardı. Buna rağmen ne polis ne de askeri güçler yardımlarına gelmişti. Teknik olarak, gelmişlerdi. Yani, her şey olup bittikten sonra.

"Her gün insanlar ölürken hükümet ne yapıyor peki?"

"Neden ölümlerden önce askeri birlikleri alana sevk etmiyolar?"

"Herkes çok geç kaldı. Herkes öldükten sonra gelmişken ne yapmamızı bekliyorlardı?"

İnsanlar hükümetten yakınıp ayrılmaya başladılar.

Birer birer 3. Bölge'yi terk ettiler.

Haeyoon onlara katılmak isteyenlerden biriydi. Ama babası kararlıydı.

"Sırf bu evi almak için girdiğim borcu öderken ne kadar çok çalışmak zorunda kaldığımdan senin haberin var mı? Parasını daha yeni ödedik! Korkacak hiçbir şey yok. Biz insanlar en sonunda üstünlüğü sağlayacağız. Er ya da geç polis veya ordu bu olayı çözmek için buraya gelecektir. Yani, Sinsi'nin harabeye dönmesini oturup izleyecek halleri yok ya! Yisal Grup şehirde."

Babası şehre ve hükümete inanıyordu, annesi de babasına güveniyordu. Ve sonları ölüm oldu.

Artık sıra bende.

Sonunda ailesinin ölümünün trajik şekilde ortaya çıkışını kabullenmesiyle, Haeyoon gözyaşlarına boğuldu.

Henüz ölmek istemiyorum.

Haeyoon arkadaşları ile lunaparka gitmek, liseden mezun olmak ve üniversitenin tadını çıkarmak istemişti. Yisal Grup'ta bir iş bulmanın ve ilk maaşı ile ailesine hediyeler almanın hayalini kuruyordu.

Çat-

O anda Haeyoon ürkütücü bir ses duydu. Yakından gelmişti.

Bir canavar ya da makineden çıkmış olabilirdi. Oldukça kafa karıştıran bir sesti.

Haeyoon dolaptaki küçük boşluktan süzülen bir gölge görünce hemen ağzını eliyle kapattı.

Hayır.

Odaya bir şey girmişti.

Hayır. Ölmek istemiyorum.

Birden gizemli bir panik Haeyoon'u ele geçirdi. Korkudan çığlık atmasını engellemek için Haeyoon bütün iradesini kullanıyordu. Bu gizemli yaratık kalbinin atışını duyabilrdi. Haeyoon çok fazla korkmuştu.

Sonunda, canavar tamamen ortaya çıktı.

Baktığı aralıktan gördü.

Bir kaplan değildi.

Bu, avcıların internet ve televizyonda gösterdiklerinden tamamen farklı şekilde bir yaratıktı.

İnsan vücuduna sahipti ama yüzünde çok fazla sayıda göz vardı. Burnu ya da ağzı yoktu. Keskin uçları olan tavşan kulakları ve peygamber devesininkilere benzeyen bacakları vardı.

Bu... Bu ne böyle?

Sadece filmlerde karşılaştığı bu acayip yaratığı görünce neredeyse çığlık atacaktı.

Haeyoon çığlığını bastırmayı başardı. Hafif bir gürültü çıkararak yutkunmasına engel olamadı.

Yutkundu.

Zar zor duyulacak bir sesti. Buna rağmen, canavar sese tepki verdi.

Yaratık çevik bir hareket ile sivri peygamberdevesi bacaklarıyla dolabın üst kısmını kesti.

Haeyoon, kesilen kalın bir parça saçı haricinde onu atlatmayı başardı. Saçlarının yere düşmesini izledi.

Ölmek istemiyorum.

Yaratığın keskin bacağı sırtını delip geçerek kalbini ikiye ayırdığında, Haeyoon içtenlikle özlediği o kişiye haykırdı.

Anne...

Zeha, elinde bir kılıçla 3. Bölge’nin caddelerinde yürüyordu.

“Buraya ne oldu?”

Bu bölge hiçbir zaman gösterişli bir şehir merkezi olmasa da, en azından temiz ve yaşanılabilir bir yerdi.

“Şimdi harabeye dönmüş halde.”

Evlerin çoğuna zorla girilmiş ve birçoğu terk edilmişti. Artıkçılar ortalığı didik didik edip içeride yararlı olan ne varsa aldıktan sonra, kapıların bir kısmı ardına kadar açık bırakılmıştı. Caddeler çöp ve ufalanmış beton parçaları ile doluydu. Ancak bazı insanların bütün bu kaosa rağmen hala evlerde yaşamaya devam ettiği görülüyordu.

Zeha etrafa bakındı.

"Tuhaf değil mi?"

"Ne?"

"Kaplanlar dağdan indiğinde, şehrin her yerine saldırdılar. Ama son günlerde, bir seferde bir bölgeye yoğunlaşıyorlar gibi görünüyor. Önce 1. Bölge’ydi, sonra 2. Bölge onu takip etti. Ve şimdi de bu.”

"Hmmm."

"Demek istediğim bir örüntü olduğunda, ordunun harekete geçip yardıma gelmesi lazım. Ama hiçbir şey yapmıyorlar. Her yerde sadece avcılar var.”

Örüntü, bazı şeyleri av için kesinlikle daha kolay hale getirmişti ama hiç müdahale etmeden öylece duran polise ve orduya duyduğu şüpheyi bir türlü silemiyordu.

İnsanların kurban olarak ölmesine izin veriyorlar gibi görünüyordu.

Bam!

Tam o anda, Zeha uzaklardan bir silah sesi duydu. Haru boynunun etrafındaki halatı tutarken o da hemen kılıcını kaldırdı.

"Bir şey geliyor.” dedi Haru, uzaklara bakarken. Yaklaşan bir şey vardı.

Vın!

Haru’nun baktığı yerden bir kum fırtınası yükseldi. Bir şey onlara doğru hızla yaklaşıyordu.

Zeha elindeki kılıcıyla, yaklaşan canavara doğru hızla fırladı. Onun üzerine hücum eden Zeha’ya rağmen, canavar yavaşlamadı. Sanki bu insanın kolayca kenara itilebileceğini düşünüyordu.

Ben buradayken olmaz!

Çarpışmalarından hemen önce, Zeha durdu ve gücünü bacaklarına aktardı.

Güm!

Nasıl olduysa, çarpışma ona zerre kadar etki etmedi. Canavar kızmış bir şekilde ona bakış attı. Zeha, kılıcını kaldırıp ustalıkla kullanarak bu şansı kaçırmadı. Kılıcı ile çapraz olarak yukarı doğru hamle yaptı ve canavarın belini delip geçti.

Canavar hemen bedenini geri çekti. Ama artık çok geçti.

Zeha’nın bıçağının saf gücü canavarın kaburgalarını, ciğerlerini ve en sonunda da kalbini doğradı.

Yaratık inanamayarak ona baktı.

"Hırr…”

Canavar derin ve sinirli bir inleme sesi çıkardı. Pençelerini son kez Zeha'ya sokmaya çalışsa da o bundan kolayca kaçtı.

Gövdeden kılıcını çıkardı.

Vın.

Zeha, yaratığın kafasını kesti.

Küt.

Hâlâ açık olan ağzından keskin dişleri görünen canavarın kafası yere düştü.

“Burada!”

“Buraya gitti!”

Uzaktan gelen gürültüleri duyan Zeha kan sıçramış kılıcı salladı ve ona koşan insanlara bakmak için döndü.

3 avcı.

Ense ve kollarındaki kelebek dövmelerini gördü, onların Kaplan Kelebeği’den olduklarını gerektiğini anladı. İçlerinden biri tanıdık görünüyordu.

Seongjin.

Seongjin, Zeha’nın önünde durdu ve ona baktı. O da Zeha’yı hatırlamıştı. Sırıttı.

“Yeniden buluştuk, ha? Hey, bu çocuğu hatırlıyor musunuz? Şu sakar olan hani.”

“Ah, evet. Hatırlıyorum. Silahı bir amatör gibi tutan koca çocuk, değil mi?”

“Artık silah yok ha? Bu kılıç ne için? Bu kılıçla kaplana karşı bir şansın olur mu sanıyorsun?”

“Aptal.”

Onunla alay ettiler.

Zeha kılıcını kınına sokarken tepki vermedi.

O sırada Seongjin kaplanın kafasını yerden aldı.

“Bu senin işin mi?”

“Evet.”

“Hmm. Kılıçla aran iyi sanırım, ha? Sadece şanslısın. Kaçarken çoktan yaralanmıştı.”

Zeha içten içe ona katılıyordu çünkü gerçeği söylemek gerekirse bu kaplan diğerlerinden daha yavaş ve zayıftı.

“Neyse, bunu alıyoruz. Boynunu kesmek iyi işti ama anlarsın ya, mal bulanındır.”

Swongjin elinde kaplanın kafasıyla arkasını döndü.

“Dur orada.”

Seongjin onu duymazlıktan gelerek yürümeye devam etti. Zeha aniden öfkeyle ona ilerledi ve onu omzundan tuttu. Diğer avcılar anında silahlarını kaldırıp ona doğrulttular.

“Vay vay. Görünüşe göre bir kaplan yakalamak öz güvenini arttırmış.”

Seongjin gülümsedi, hemem hemen hiç gözü korkmamıştı.

“Çoktan yaralandığını söylemedim mi sana? Sakat bir hayvanı öldürdüğün için bizden iyi olduğunu düşünmüyorsun, değil mi?”

“Seninle kavga etmek istemiyorum. Sadece kafayı bana ver ve git.”

“Hahahahaha! Hey çocuklar, ne dediğini duydunuz mu? Kafayı ona verip gitmemi söyledi.”

“Hahahaha!”

Komik olan neydi ki?

Zeha, Seongjin ve ekibine soğukça baktı.

“Hey, sen.”

İçlerinden biri Zeha’yı omzundan ittirdi. Ancak Zeha adamı şaşırtarak ne ürktü ne de ufacık kımıldadı.

Adamın şaşkınlığı Zeha’dan sayıca üstün olmaları gerçeğinden dolayı kısa sürdü.

Kaşlarını çattı.

“Saçma avcılık oyununu git başka bir yerde oyna. Burası bizim bölgemiz.”

“Kimse bir bölgeye sahip değil. Ben öldürdüm, o yüzden benim. Kafayı bırakın. Ben de gitmenize izin vereyim.”

“Ne? Gitmemize izin vermek mi? Hahahaha! Kafayı falan mı yedin sen?”

Adam kahkaha attı. Hızla dönüp Zeha’ya yumruk atmadan önce ekibine baktı.

Bam!

Mükemmel bir yumruktu ama olması gereken yere değildi.

Zeha yumruğu kolayca avcuyla yakaladı.

Çatırt!

Zeha elini sıktığında adamın eklemleri parçalara ayrıldı.

“Ahhhh!”

Adam acı içinde feryat etti ve boş bir çabayla elini çekmeye çalıştı.

Zeha, adamın korkudan sinmesini izlerken hafifçe gülümsedi.

“Size bırakırsanız gitmenize izin veririm demiştim.”


DEVAM EDECEK…


___________________________________

Orijinal Kaynak: HYBE_STORIES

Türkçe Çeviri: histheory, starshine, lumi, earthofmoon @ BTSTurkey

Kontrol: glow @ BTSTurkey

Çeviriyi almak ve başka bir yerde paylaşmak YASAKTIR. 


Yorumlar